Haber Bülteni
Basından Seçtiklerimiz: 19-20 Eylül arası dünya haberleri:
– Ruhani, Fidel Castro’yla görüştü (cumhuriyet.com.tr – 20 Eylül 2016 )
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Küba devrimi lideri Fidel Castro ve Devlet Başkanı Raul Castro ile ülkenin başkenti Havana’da bir araya geldi.
Venezuela’nın ev sahipliğini yaptığı 17. Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi’ne katılan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, BM Genel Kurulu toplantılarına katılmak için New York’a geçmeden önce Küba’ya bir günlük sürpriz bir resmi ziyarette bulundu.
Ruhani, ziyaret sırasında 90 yaşındaki Küba’nın efsanevi lideri Fidel Castro ile görüştü.
Küba Hükümeti tarafından toplantının ardından yapılan açıklamada, Castro’nun evinde gerçekleştirilen buluşmada gıda üretiminin önemi ile dünya barışını hedef alan tehditler hakkında fikir alışverişinde bulunulduğu belirtildi.
Ruhani, daha sonra 2006 yılında devlet başkanlığını ağabeyinden devralan Raul Castro ile bir araya geldi.
İran Haber Ajansı İRNA’nın haberinde, görüşmede iki ülke arasındaki dostluk ilişkileri ve işbirliğinin daha da geliştirilmesi için atılacak adımların ele alındığı kaydedildi.
Görüşmede Ruhani, ülkesinin uygulanan baskılar ve yaptırımlara karşın ekonomik büyümesini başarıyla sürdürdüğünü belirtti.
“Küba, direnişin ve Amerika kıtasındaki sömürgeciliğe karşı mücadelenin simgesidir” ifadesini kullanan Ruhani, İran ve Küba halklarının yabancı güçlerin ağır baskısına mazur kaldığını ifade etti.
– Tekstil sanayiinde kölece çalışma koşulları (Evrensel – 21 Eylül 2016 )
Bangladeş’de tekstil fabrikasında çıkan yangın, Asya ülkelerinde emekçilerin yarı-kölelik koşullarında yaşadığı trajediyi gözler önüne serdi.
Bangladeş’de tekstil fabrikasında çıkan yangın, esas olarak Asya ülkelerinde emekçilerinin yarı-kölelik koşullarında çalıştıran bir sektör olan tekstilde yaşananan trajediyi gözler önüne serdi. Bangladeş’de bir tekstil fabrikasında çıkan ve onlarca işçinin yaşamına mal olan yangın tüm dikkatleri dünyada bu tür fabrikalarda çalışanların kölelik koşullarına çevirdi.
Aynı zamanda da bu sektörün tarihinin en büyük felaketini, 2013 Nisan’ında Bangladeş’in Dakka kenti eteklerinde bulunan Rana Plaza kompleksinde yaşananları akla getirdi. Bu olayda kompleks çökmüş 1.130 işçi yaşamını kaybetmiş, kimisi ağır kimisi hafif olmak üzere 2.500 işçi de yaralanmıştı.
4 MİLYON İŞÇİ TEKSİLDE
Bangladeş dünyanın en büyük tekstil ihraç eden ülkelerinden biri. Aslında tekstil, bu Asya ülkesinin en önemli büyüme motorlarından biri olup ülke GSMH’sının beşte birini oluşturuyor. Çeşitli kaynakların verilerine göre sektörde geneli kadın olmak üzere yaklaşık dört milyon işçi çalışıyor. Sivil Toplum Kuruluşu Ropa Limpia (Temiz Giysiler) bu ülkeye ilişkin şunları dile getiriyor: “Bölgede el emeğinin en ucuz olduğu ülkelerden biri olması sayesinde Bangladeş, küresel tekstil pazarının varlık gösterdiği diğer bölgelere kıyasla avantajlı bir konum elde etti ve tekstil endüstrisinde son birkaç on yılda olağanüstü bir büyüme kaydetti.”
GÜNLÜK 0.88 AVRO ÜCRET
Bunlar, Hindistan ve Kamboçya gibi bölgedeki diğer ülkeler için de geçerli. Tekstil fabrikalarında çalışan emekçilerin çalışma koşulları bu ülkelerde de benzer durumda.
Aylık ücretler nadiren 100 avroya yükseltiliyor. Plaza Rana’nın Primark gibi firmalara üretim işinde çalışan emekçileri ayda yaklaşık 28 avro alıyor. Çok uluslu şirketler üzerine araştırma yapan bir Araştırma Merkezi’nin birkaç yıl önceki bilgilerine göre Hindistan’da fabrikalarda kız çocukları ve ergenlik çağındaki çocuklar günlük 0.88 avro karşılığında haftada 72 saat herhangi bir kontrat yapılmadan çalıştırılmaktadır. Bu skandal niteliğindeki koşullardan yararlanan firmalar arasında, Inditex, El Corte Inglés, Cortefiel, Primark, Tommy Hilfiger, Timberland, H&M, Marks&Spencer, Diesel, Gap y C&A bulunmaktadır.
Ülke ihracatının yüzde 80’ininden fazlası tekstil sektörünün oluşturduğu Kamboçya’da, sendikalar, emekçiler-geneli çocuk yaşta- aylık 100 avronun altında bir ücret karşılığında haftada 80 saat çalıştırıldığı için şikayette bulundu; ILO durumla ilgilendi ve en azından iyileştirmeler konuşulmaya başlandı.
INDETİX FİRMASI
İçinde Zara, Bershka ve Strdivarius firmalarının yer aldığı birkaç yıl önce ortaya çıkan Indetix şirketi, Arjantin ve Brezilya’da üretimlerinde kölelik koşullarında el emeği kullanıyor. 2011 yılında Brezilya hükümeti, ülkede bu şirkete ait yüzlerce yasadışı atölye olduğunu ortaya çıkardı ve Amancio Ortega tarafından kurulan bu şirketi 1.4 milyon avroluk para cezasına çarptırdı. Bunun üzerine şirket yapısal değişikler yapacağının sözünü verdi; ancak görünen o ki verdiği sözleri yerine getirmedi. Hükümet denetçileri, şirketin ülkenin birçok yerine dağılmış olan ve moda devleri için üretim yapan 67 firmasında 433 kuraldışı olay tespit etti.
2012 yılında, Zara’nın taşeron firmalarında, iş kazaları, günde 16 saatten fazla çalıştırma, sağlıksız ve insanlık dışı koşullarda çocukların kullanılması gibi durumların yer aldığı 7 bin usüle uygun olmayan durum tespit edildi. Alameda vakfının açıklamasına göre Arjantin’de dikiş atölyelerinde çocuklar ve yetişkinler günde 13 saat çalıştırılıyor; bu süre Cumartesi de dahil olmak üzere 17 saate kadar çıkarılabiliyor.
İŞ DÜNYASININ MERKEZ EKSENİ: ASYA
2013 yılında yaşanan Rana Plaza felaketiyle de ilişkisi olan Pablo Isla’nın başkanlık ettiği Zara, üretiminin büyük bir kısmını Asya’da gerçekleştirmektedir. 2015 yılındaki bilgilere göre Zara’nın Asya’da 836 müteahhit firma ve 2.252 fabrikası bulunmaktadır.
Geçen yıl STK Oxfam Intermon, Orta Amerika’da fabrikalarda giysi üretiminde çalışan ve olağanüstü bir sömürü çarkı içinde yaşayan yaklaşık 263 bin kadının oldukça kötü çalışma koşullarına dikkat çekti. Bu işlerde çalışanların genelini, eğitim düzeyi düşük, ailenin yükü üzerinde olan çocuklu ve kırsal kesimden 18-35 yaş aralığındaki genç kadınlar oluşturuyor.
Oxfam raporunda, bunun, üretimde gelişme sağlamak için, riskli, güvencesiz ve korunmasız koşullarda kadın emeğinin kullanılmasına yani emeğin feminizasyonuna dayalı bir model olduğunu belirtiyor. Orta Amerika’da kadınların çalıştığı giysi üretimi yapan fabrikalarda aylık asgari ücret örneğin Nikaragua’da 148, Guatemala’da 300 avro ki bu diğer sektörler için uygulanan yasal asgari ücretin altında (yüzde 18.6 daha az). Yine raporda, “Bu ülkelerde bu ücretle bir ailenin en temel gıda maddelerini dahi alabilmesi olanaksız” deniyor.
TÜRKİYE VE DOĞU AVRUPA
STK Ropa Limpia (Temiz Giysi), iki yıl önce Türkiye ve Doğu Avrupa’daki duruma ilişkin şunları söyledi: “Eski sosyalist ülkeler, Batı Avrupa’nın önemli giysi markaları ve şirketlerinin arka bahçe dikiş atölyeleri işlevi görmektedir. Dünya tekstil devlerinden biri olan Türkiye’nin kendi ucuz arka bahçesi mevcut; yani Doğu Anadolu bölgesi. Ayrıca Türk tekstil şirketleri Kuzey Afrika ve Güney Kafkaslar dahil bütün bir bölgeye fason işi veriyor.”
Ropa Limpia’ya göre, tüm ülkelerde yasal asgari ücret ile yaşamaya yetecek tahmini minumum ücret arasındaki fark oldukça büyük. “Bu fark, Asya’nın ucuz emeğini kullanan Avrupa ülkelerinde daha da fazla. Yasal asgari ücretin, yaşamaya yetecek tahmini minumum ücretten daha düşük olduğu (yüzde 20 daha düşük) ülkeler, Gürcistan, Bulgaristan, Ukrayna, Makedonya, Moldovya, Romanya ve Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesidir. 2013 verilerine göre Bulgaristan, Makedonya ve Romanya’da yasal asgari ücret Çin’den, Moldovya ve Ukrayna’da ise Endonezya’dan daha düşük.”
RANA PLAZA’DAN SONRA NE DEĞİŞTİ?
TEKSTİL endüstrisindeki mecut koşulları kamuoyuna ve medyaya taşıyan Rana Plaza’da yaşanan kazanın üzerinden 3 yıl geçti; ancak artçı sarsıntıları sürüyor. Ropa Limpia, 1.589 fabrikada denetim yapıldığını ve 108 bin 538 usulsüzlük tespit edildiğini belirtiyor. Baş müfettiş fabrikaların “üst düzey risk” taşıdıklarını bildirdi. Nisan ayında paylaşılan bir raporda şunlar dile getirildi: “Belirlenen sorunların çözümü için almaları gereken önlemlerin ciddiliğine ve aciliyetine rağmen ne yazık ki fabrika sahiplerinin ve tedarik firmalarının gösterdiği çaba oldukça sınırlı düzeyde kaldı. Fabrikaların hemen hemen hiçbiri gerekli tamiratın yapılması konusunda verilen süreye uymuyor.”
Yangına karşı gerekli sistemlerin yerleştirilmesi ve Bina İnşaasında Güvenlik konulu sözleşmedeki denetim ekibinin ilk değerlendirmelerindeki riskli bulgular konusunda gerekenlerin tamamını yalnızca yedi fabrika yerine getirdi. “Fabrikalarda yangına karşı gerekli önlemlerin alınması konusunda defalarca uyarılar yapmış olmamıza rağmen ciddi sayıda fabrika gereğini yerine getirmiş değil.”
STK Ropa Limpia, ayrıca temel haklara saygı gösterilmesi konusunda bir ilerleme kaydedilmediğine ve sendikalaşmada yaşanan olumsuzluklara vurgu yaptı: “Bengladeş hükümeti çalışma yasasını uluslararası standartlara uygun hale getireceğinin sözünü vermişti; ancak bu sözlerini yerine getirmedi. Çalışma yasasının uygulanmasının ana hatlarının duyurusu iki yıl gecikti ve sendikacılar üzerindeki baskılar arttı. Öte yandan en çok alkışlanan haberlerden biri, Rana Plaza’da yaşanan felaketten bir yıl sonra fabrikalarda sendikalaşmanın ciddi düzeyde artmış olmasıydı: ancak şu anda işin rengi değişti. İki yıl sonra üyelerinin taciz edilmesi ve baskıya maruz kalması ya da sendikalaşmanın olduğu fabrikaların kapanmasıyla bu sendikaların üçte biri haritadan silindi.”
“Fabrika sahiplerinin emekçileri tehdit etmesine ve korkutmasına izin veren cezasızlık kültürü, zaman zaman da polisle işbirliği içinde varlığını sürüyor. Dört yıl önce Ropa Limpia Kampanyası üyesi ve sendikacı Amin Islam’ın katledilmesi olayının çözülmemesi ve suçluların serbestçe dolaşması, hükümetin ilgisizliğinin acı bir kanıtıdır. Bu yetmiyormuş gibi Rana Plaza trajedisinin sorumlusu olarak görülen kişilerin yargılanması da geciktirilen süreç nedeniyle sonsuza dek sürecek gibi.”
Publico.es’den kısaltarak çeviren: Hilal Ünlü
– Kongo’da hükümet karşıtı eyleme saldırı, onlarca ölü var (Evrensel – 20 Eylül 2016 )
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde binlerce kişi Devlet Başkanı Joseph Kabila ve yönetimine karşı meydanlara indi.
Güvenlik güçlerinin saldırdığı eylemlerde çatışma çıktı, muhalefete göre en az 50 kişi hayatını kaybetti. Hükumet yetkilileri ise üçü polis memuru 17 kişinin öldüğünü duyurdu.
Gösterilerin merkezi başkent Kinşasa’ydı. Polis göstericilere karşı silah kullandı.
İçişleri Bakanı Evariste Boshab, ülkede demokrasiyi korudukları ileri sürdü, “Hükumetimiz, ülkemizde kaos ve düzensizliğe yol açan her türlü şiddet eylemini kınamaktadır. Bu durum, demokratik düzene meydan okuma koşullarını yaratmaktadır” dedi.
Euronews’ın haberine göre Kongo’da seçim komisyonunun Kasım ayında yapılacak başkanlık seçiminin ertelenmesi için Anayasa Mahkemesi’ne dilekçe vermesi olayların fitilini ateşledi.
Anayasaya göre 2001’de göreve gelen Kabila’nın üçüncü kez aynı koltukta kalması mümkün değil. (DIŞ HABERLER)
– Almanya’da kiralık işçiler ancak yardımlarla geçiniyor (Evrensel – 20 Eylül 2016)
Almanya’da 2003 yılında 282 bin olan kiralanan işçi sayısı yüzde 340 artarak 2015 yılında 961 bine çıktı.
Serdar DERVENTLİ, Köln
Kiralık işçilik artık Almanya’nın her yanında uygulanıyor. Otomobil sektöründe bantlarda, makine ve elektro sanayiinin bütün bölümlerinde, metal işkolunun bütün yan sanayi bölümlerinde her yerde kiralık işçi bulmak mümkün. Önceleri, “Siparişlerin en üst düzeyde olduğu dönemlerle sınırlı uygulama” olduğu öne sürülen kiralık işçilik uygulaması, “Ajanda 2010’un” yürürlüğe girmesiyle birlikte istikrarlı olarak arttı.
2003 yılında 282 bin olan kiralanan işçi sayısı yüzde 340 artarak 2015 yılında 961 bine çıktı. Bu artış aynı zamanda sermaye ve politikacılarının, “Kiralık işçi sektörü normal iş sektörüne paralel olarak aynı oranda gelişmekte” iddiasının da gerçeği yansıtmadığını belgeliyor.
KİRALIK İŞÇİLER YOKSULLUK SINIRININ ALTINDA
Kiralık işçilerin üçte ikisi düşük ücret sınırının altında ücret alıyor. Sol Partinin hükümete yönelik bir soru önergesine verilen yanıtta, “Kiralık işçilerin ücret ortalaması 1700 avro düzeyinde” denildi. Sosyal sigortalı normal çalışanların ücret ortalamasının ise 2 bin 960 avro brüt olduğu bildirilen yanıtta, “Kiralık işçilerin üçte ikisi düşük ücret sınırının çok altında ücret almaktalar” denildi.
Federal İstatistik Dairesi DESATİS’in verdiği bilgiye göre Almanya’da düşük ücret sınırının 1973 avro olduğu bildirilirken, kiralık işçi olarak tam gün çalışanların yüzde 5.7’sinin aldıkları ücretle geçinemediği için Hartz IV (sosyal yardım) almak zorunda olduğuna dikkat çekildi. Bu da 54 bin 777 kiralık işçinin Hartz IV almak zorunda olduğunu ortaya koyuyor.
SÖMÜRÜYE DEVAM
Değişik branşlarda kiralık işçilerin ücretlerini kadrolu işçilerin ücretlerine yakın düzeye çıkarmak için imzalanan özel toplu iş sözleşmeleri de bir işe yaramadı. Kiralık işçilerin ücretlerinin kademeli olarak yükseltilmesini içeren bu sözleşmelerin hayat bulması için kiralık işçilerin aynı işyerinde uzun süreli çalıştırılmaları gerekiyor.
Sözleşmelerde üç, altı ve dokuz ay gibi dilimler sonrası kiralık işçilerin ücretleri kadrolu işçilerin ücretlerine denkleştiriliyor. Dokuz ayın sonunda ise ücretler aynı oluyor.
Yapılan araştırmalar kiralık işçilerin ancak yüzde 25’inin dokuz aydan daha fazla aynı işletmede çalıştıklarını gösteriyor. Aynı işyerinde 18 ay ve daha uzun süre çalışanların oranı ise yüzde 12 ile sınırlı. Bu da 18 ay sonra kadrolu olma hakkının neredeyse mümkün olmadığını ortaya koyuyor.
Ayrıca imzalanan sözleşmelerde bir takım “istisna” durumlar için özel uygulamalar gündemde. Bu da işçilerin kadrolu olma umutlarını yerle bir ediyor.
‘KİRALIK İŞÇİLER VAZGEÇİLMEZ’
Kiralık işçilerin yüzde 36’sının (345 bin 960) çalıştığı metal ve elektro iş kolunun işveren örgütü Gesammtmetall, “Kiralık işçilik bizim vazgeçemeyeceğimiz kadar önemlidir” görüşünde. Özellikle otomobil (yüzde 11) ve makine sanayisinde (yüzde 10) kiralık işçilerin üretim zincirinin sabit bir parçası olduğu ileri sürülen Gesammtmetall açıklamasında, “Bize göre branşımızda çalışan kiralık işçi oranı gayet düşük” denildi.
Metal patronlarının birçok sorunu kiralık işçilerle çözdüğü söylenen açıklamada, “Siparişlerin artması, rapor alanlardan doğan açığı veya ebeveyn iznine ayrılanların yerini doldurmak için kiralık işçileri istihdam ediyoruz. Kiralık işçiliğin daha fazla sınırlanması, uygulamada bürokrasinin artırılması tarafımızdan kabul edilemez” denildi.
YASA BİR ŞEY DEĞİŞTİRMEYECEK
Federal Çalışma Bakanı Andrea Nahles tarafından haziran ayında Bakanlar Kuruluna sunulan ve karar altına alınan yasa değişikliği kiralık ve taşeron firma işçilerinin aşırı sömürülmelerinin önüne geçecekti. Ancak söz konusu yasa değişikliğinde de o kadar “istisna durum uygulaması” yer alıyor ki kiralık ve taşeron işçi olarak çalışanlar için pratikte çok bir şey değişmeyecek.
Alman Sendikalar Birliği DGB’ye ait bütün sendikalar Nahles’in yasa tasarısını desteklediklerini açıklamışlardı. Sendikalar tarafından “Doğru yönde ilk adım” olarak değerlendirilmesine karşın pratik uygulamada kiralık ve taşeron işçiler için pek bir şey değişmeyecek.
Mücadeleci sendikacıların yer aldığı platformlarda yasanın yetersiz olması eleştiriliyor. Özellikle kiralık işçilik uygulamasının işçilere bağlanmasını eleştiren mücadeleci sendikacılar, “Bunun yerine kiralık işçinin çalıştığı işyeri baz alınmalı. Aynı işi değişik dönemlerde iki, üç, dört farklı işçi yapsa da burada çalıştırılan bütün kiralık işçilerin süreleri sayılmalı ve dokuzuncu aydan itibaren bu işte çalışan aynı ücreti almalı ve 18 aydan sonra buraya kadrolu bir işçi alınmalı” görüşündeler.
TİS GÖRÜŞMESİ YAPILMASIN!
Yasa değişikliğinde öngörülen bazı istisna maddeler yürürlükte olan toplusözleşmelerle gerekçelendirilmesi ise işin en trajik yönü denebilir. Ücretlerin düşük olması, ek zamların ödenmemesi, kadrolu olunamaması gibi birçok istisna uygulama, “TİS’lerde üzerine anlaşılmışsa yasa uygulanmaz” diye gerekçelendiriliyor.
Geride bıraktığımız yıllarda DGB ve ona bağlı sendikaları toplusözleşmeleri feshetmeye ve dolayısıyla yasal uygulamanın devreye girmesini sağlamaya çağıran mücadeleci sendikacılar şimdi DGB’nin TİS görüşmelerini yapmamasını istiyorlar. Böylece önümüzdeki yıldan itibaren kiralık işçilerin kadrolu işçilerle aynı ücreti alacaklarını belirten mücadeleci sendikacılar bunun için de bir imza kampanyası başlattılar. www.labournet.de/wp-content/uploads/2016/07/verleihnix.pdf adresinden indirilebilecek olan imza metinleriyle ilgili, “Klasik imza metnini seçmemizin nedeni bunun çıkışını aldıktan sonra işletmelerde, eskiden olduğu gibi iş arkadaşlarımızı ikna ederek imzalamalarını sağlamaya çağırmamız. Bu aynı zamanda son dönemlerde moda haline gelen sanal ortamdan çıkarak somut yüz yüze konuşarak işyeri politikası yapmaya çağrımızdır” denildi.
HÜKÜMETİN KİRALIK İŞÇİLİK VE TAŞERON KONUSUNDA ALDIĞI KARARLAR:
Kiralık işçiler 9 ay çalışmadan sonra firmanın esas işçileriyle eşit ücret alma ve 18 ay aynı firmada çalışma hakkına sahip. Çalışma Bakanı Andrea Nahles tarafından hazırlanan yasa tasarısını görüşen koalisyon ortakları bazı değişiklikler yapılması koşuluyla yasaya yeşil ışık yaktılar.
Yeni düzenlemeler şöyle:
Eşit ücret: Aynı firmada 9 ay çalışan bir kiralık işçi, firmanın esas işçileriyle eşit ücret alma hakkına sahiptir. Eğer işletmede kiralık işçilerin alacağı ek ödemeleri düzenleyen bir sözleşme varsa yani kimya ve metal dalında olduğu gibi ücretler ilk altı hafta çalışma sonrası yükseltiliyorsa sendika ve işveren bu uygulamadan vazgeçebilir. Her halükarda 15 ay sonra kiralık işçilerin ücretlerin firmanın asıl işçilerinin ücretleriyle eşit değerde olmalıdır.
Azami çalıştırma süresi: Prensip olarak bir kiralık işçi aynı firmada en fazla 18 ay çalışabilir. Bu süreden sonra ya kadrolu olarak işe alınmak zorunda ya da işyerini terk etmek zorundadır. Bu konuda da sendika ve işverenler bu kurala uymama konusunda anlaşabilirler. Sektörde geçerli sözleşmeyi imzalamamış olan işverenler de BR’nin onay vermesi durumunda kiralık işçilerin çalışma sürelerini uzatabilirler.
Grev kırıcılar: Kiralık işçiler, firmada grev olması durumunda kiralandıkları işletmenin patronu tarafından grev kırıcısı olarak çalışmaya zorlanamazlar. Ama grevci işçilerin yapmadıkları işlerde görevlendirilebilirler.
Uygulama yasanın yürürlüğe girmesiyle başlayacak: Şu an çalışmakta olan kiralık işçilerin yukarıdaki haklara sahip olması ancak yasanın yürürlüğe girmesine bağlıdır. 9 ay çalışma zorunluluğu da yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren geçerli olacaktır.
Taşeron sözleşmeleri: Taşeron sözleşmeleri ile ilgili yasa tasarılarında hükümet ortaklarının mutabık oldukları bildirildi. Taşeron sözleşmelerin suistimal edilmemesi için bazı düzenlemeler yapıldı. Kiralık işçilikte bir işçinin iş gücü kiralanırken, taşeronlukta kişi söz konusu olmadan herhangi bir işin yapılması için firma ile sözleşme imzalanması esas alınmaktadır. İşverenin taşeron sözleşmeleriyle iş yapan işçilerin iş kazalarına karşı korunması konusunda savsaklamasını engelleyecek önlemler alınacaktır.
BİLMEKTE FAYDA VAR
* Kiralık işçilik, taşeron işçilik, düşük ücretli işlerle gerçekte devlet sermayeyi sübvanse ediyor. Nasıl mı? Çalıştıkları işten aldıkları ücret yetmediği için gelirlerini Hartz IV ile tamamlayanlar (“Hartz IV-Aufstocker”) için devlet yılda 11 Milyar avro harcıyor.
* Yeni iş gücüne ihtiyaç duyan işletmelerin yüzde 85’i güvencesiz iş sunuyorlar. Bunların yüzde 43’ü kiralık işçi, yüzde 42’si süreli işçi alırken sadece yüzde 15’i süresiz işçi almayı tercih ediyor.
* Kiralık işçiler aynı işi yapmalarına karşın ortalama yüzde 25 daha düşük ücret alıyorlar.
* Almanya’nın en büyük çelik fabrikası Thyssen Krupp Duisburg’da her gün 1000’e yakın taşeron firma üzerinden 5 bine yakın işçi çalışıyor!
– Rusya seçimlerinde Putin’in desteklediği parti birinci çıktı (Evrensel – 19 Eylül 2016)
Rusya’da parlamentonun alt kanadı Duma seçimlerinde, yüzde 75’i sayılan oylara göre iktidar partisi Birleşik Rusya yüzde 54.22 oy aldı.
Resmi olmayan ilk sonuçlara göre oyların 54.22’sini alan Birleşik Rusya partisi seçimlerde açık arayla önde. Liberal Demokrat Parti 13.42 oranında oy alırken, Komünist Partisi 13.68 oranında oy aldı. Anketler Adil Rusya partisinin yaklaşık yüzde 6.2 oy oranıyla dördüncü olduğunu gösteriyor.
14 siyasi partiden 6 bin 500 adayın katıldığı Duma seçimlerinde 450 milletvekili seçilecek.
Putin yaptığı açıklamada, “Kesin olarak söyleyebiliriz ki parti iyi bir netice elde etmiştir” dedi.
SEÇİMLERE ‘DÜŞÜK KATILIM’
Seçimlere katılım oranı 2011 seçimlerine kıyasla düşük oranda gerçekleşti.
Oy kullanımının bitimine iki saat kala seçmenlerin sadece yüzde 40’ının oy kullanmış olduğu aktarılıyor.
Seçim Komisyonu Başkanı Ella Pamfilova, seçimlerin tamamen yasalara uygun olarak gerçekleştirildiği konusunda güvenlerinin tam olduğunu söyledi.
Bir önceki seçimlerde hile yapıldığına dair iddialar başkent Moskova’da Putin karşıtı gösterilere neden olmuştu.
17 yıldır devlet başkanı veya başbakan olarak iktidarda bulunan Putin, resmi olarak herhangi bir partiye mensup değil.
Ancak Birleşik Rusya Putin’in “manevi”, Başbakan Dmitri Medvedev’in fiili liderliğinde.
Putin, oy kullanımının sona ermesi ardından Başbakan Medvedev’le birlikte Birleşik Rusya’nın genel merkezini ziyaret etti.
Putin, “Hayatın insanlar için zor olduğunu, birçok problemin, birçok çözülmemiş problemin var olduğunu biliyoruz. Yine de bu sonucu aldık” dedi.
USULSÜZLÜK ŞİKAYETLERİ
2011’deki son seçimde Birleşik Rusya yüzde 49,3, Komünist Parti yüzde 19,9, Adil Rusya 13,2, LDPR yüzde 11,6 oy almıştı.
Bağımsız seçim gözlem kuruluşu Golos akşamın erken saatlerine kadar ülke çapından kendilerine ulaştırılan usulsüzlük şikayetlerinin 1300 olduğunu söyledi. (DIŞ HABERLER)
– Film Festivalinde ETA eylemi (Evrensel – 18 Eylül 2016)
San Sebastian Film Festivali, Bask Ülkesi’nin bağımsızlığını isteyen silahlı örgüt ETA’nın bayrağını açan grubun protestolarıyla başladı.
İspanya’da, Bask Özerk Bölgesi’ne (Bask Ülkesi) bağlı San Sebastian kentinde bu yıl 64’üncüsü düzenlenen uluslararası San Sebastian Film Festivali, Bask Ülkesi’nin bağımsızlığını isteyen silahlı örgüt ETA’nın bayrağını açan grubun protestolarıyla başladı.
Sputnik’in haberine göre, “Hasta ETA mahkûmlarına özgürlük” sloganları atan grup, polis tarafından salondan çıkarıldı.
Öte yandan Festival yönetimi ‘San Sebastian Ödülü’nü bu yıl ABD’li aktör, yönetmen ve yazar Ethan Hawke’a layık gördü. Basın toplantısında “Bakalım 30 yıl sonra San Sebastian’da bana ikinci bir ödül verecekler mi?” diyen 45 yaşındaki Hawke, ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı Donald Trump’ı da eleştirerek “Trump bilmiyor ki, bu filmdeki muhteşem 7’li gibi onu mağlup etmek için birleşen bir grup var” ifadelerini kullandı.
Festival ayrıca bu yıl San Sebastian Ödülü’nü iki kişiye vermeye karar verirken, Hawke dışında ABD’li aktris ve yapımcı Sigourney Weaver’a da aynı ödülün verileceğini açıkladı. Richard Gere, Monica Bellucci, Hugh Grant, Ewan McGregor, Oliver Stone gibi sinema dünyasının yıldız isimlerini ağırlayacak olan San Sebastian Uluslararası Film Festivali’nde uzun bir aradan sonra bu yıl Türkiye’den herhangi bir film yarışmıyor. (DIŞ HABERLER)
– Keşmir’deki Hindistan askeri üssüne saldırı (Evrensel – 18 Eylül 2016)
Keşmir’de askeri üsse yönelik saldırıda 17 Hindistan askeri öldü.
Keşmir’in Hindistan kontrolündeki bölümündeki bir askeri üsse, bağımsızlık yanlısı grubun düzenlediği saldırıda 17 Hindistan askeri öldü. Olayın ardından bölgede geniş çaplı operasyon başlatıldı.
Bölgede güvenlik güçleriyle Hizbul Mücahidin üyeleri arasında 8 Temmuz’da çıkan çatışmada, örgütün üst düzey üyelerinden Wani’nin öldürülmesiyle on binlerce kişi sokaklara çıkmıştı. 65 gündür devam eden ve Hindistan güvenlik güçlerinin biber gazı ve gerçek mermi kullanarak müdahale ettiği gösterilerde şimdiye kadar en az 79 Keşmirli hayatını kaybetti, 3 binden fazla sivil yaralandı.
Hindistan ve Pakistan arasında İngiltere’den bağımsızlıklarını kazandıkları 1947’den bu yana tartışma konusu olan Keşmir’deki şiddet olaylarında bugüne dek 70 bin kişi yaşamını yitirdi. Bölgedeki direniş grupları, 1989’dan bu yana bağımsızlık ya da Pakistan’a bağlanmak için eylemler yapıyor. (DIŞ HABERLER)
– New York’ta patlama: 29 yaralı (Evrensel – 18 Eylül 2016)
ABD’nin New York kentinin Manhattan bölgesinde, nedeni henüz belirlenemeyen patlama sonucu 29 kişi yaralandı.
ABD’nin New York kentinin Manhattan bölgesinin Chelsea semtinde meydana gelen ve 29 kişinin yaralandığı patlama, New York genelinde büyük paniğe yol açtı.
New York Belediye Başkanı Bill De Blasio, ilk belirlemelere göre patlamanın terör bağlantısı olduğunun sanılmadığını, ancak bilinçli olarak yapıldığını söyledi.
De Blasia, New York’a yönelik belirgin bir terör tehdidi olmadığını ifade etti.
Chelsea semtinde bazı sokaklar trafiğe kapatılırken, bölge polis, itfaiye ve acil yardım araçları ile doldu. (DHA)
– Rusya Komünist Partisi’nden Donetsk’e yardım (Evrensel – 17 Eylül 2016)
Ukrayna’nın ekonomik ablukası altında bulunan ve savaşın yer yer devam ettiği Donetsk’e Rusya Komünist Partisi’nden yardım ulaştırıldı.
Okay DEPREM, Donetsk
Ukrayna’nın ekonomik ablukası altında bulunan ve halen yer yer devam eden savaşın getirdiği yıkımın sonuçlarıyla yaşamak zorunda olan Donbass’ın her iki de facto bağımsız cumhuriyeti de Rusya Federasyonu’ndan insani yardım almayı sürdürüyor.
KURUMLARDAN YARDIM
Hem Donetsk (DNR) hem de Lugansk (LNR) bölgelerine ulaştırılan yardımlar büyük ölçüde Rus devleti tarafından merkezi olarak organize ediliyor. Resmi devlet yardımı dışında, başta cumhuriyetlerin doğu komşusu olmak üzere pek çok ülkeden sayısız siyasal parti, dernek, vakıf, örgüt ve topluluk da topladıkları yaşam malzemelerini DNR ve LNR’e gönderdiler. Bu bağımsız yapıların başında ise Rusya Federasyonu Komünist Partisi (KPRF) geliyor. Biz de bir kereliğine, Rusya’nın en büyük ikinci siyasal partisi KPRF’in yolladığı mini insani yardım konvoyunu yerinde görmek üzere, gümrüğün bulunduğu noktaya doğru harekete ediyoruz.
2.5 SENEDE BİNLERCE TON YARDIM
KPRF’in bugüne kadar gönderdiği 55. insani yardım konvoyunu karşılamak üzere, ambarlara birlikte gittiğimiz Donetsk Halk Cumhuriyeti Komünist Partisi Genel Sekreteri Boris Alekseyeviç Litvinov, 2 TIRlık mini konvoyun gelen ilk arabasının önünde, toplam 40 tonu bulan aktüel sevkıyat üzerine kısaca bir bilgilendirmede bulunuyor. TIR’lardan birisinin içine girip, uzun süre malzemeleri indirmeye yardımcı olan Litvinov özetle şu sözleri kaydetti: “Tam 2 sene boyunca KPRF’in DNR’e teslim ettiği insani yardım malzemelerinin miktarı çoktan binlerce tonu bulmuş durumda. Bunlar kesinlikle cumhuriyetin her yanına; güneyde Novoazovsk’tan başlamak kaydıyla kuzeyde Gorlovka ve Debaltsevo’ya değin dengeli olarak dağıtılıyor. Binlerce insan şimdiden bu yardımlardan yararlanmış durumda. Biz komünistler için ise bu organizasyon çoktandır rutin bir görev haline geldi, ancak bu ‘sıradanlık’ içinde dahi Rusya Federasyonu’nun her yerinden komünistlerin büyük bir iş kotardıklarını teslim etmeliyiz. 2014 yılının nisan-mayıs aylarından başlamak üzere bu yardımları aldık. KPRF, DNR ve LNR yurttaşlarına düzenli olarak yardım eden Rusya’daki yegâne siyasi partidir. ”
KP-DNR’DEN ZÜGANOV’A AYRICA TEŞEKKÜR
Akşam saatlerinde şehre ulaşan konvoyda temel olarak; kıyafet, gıda malzemeleri, inşa-hırdavat maddeleri ile çocuklar için oyuncakların bulunduğu görüldü. Yükler depolara taşınırken, Litvinov kameraların önünde, KPRF lideri Gennadi Züganov’a özel teşekkürlerini ve minnet duygularını iletip, malların korunması ve dağıtılması sürecinde azami dikkat ve ehemmiyet göstereceklerini vurguladı.
– Donbass’ta faşist işgalin tanıkları Evrensel’e konuştu (Evrensel – 15 Eylül 2016)
Geçtiğimiz günlerde Nazi işgalinden kurtuluşunun 73. yıl dönümünü kutlayan Donbass’taki kapanış etkinliğinde savaşın tanıklarıyla konuştuk.
Okay DEPREM, Donetsk
Donbass’ın faşist Nazi işgalinden kurtuluşunun 73. yıl dönümü etkinliklerinin kapanışı geçtiğimiz günlerde Donetsk Halk Cumhuriyeti’nin (DNR) başkenti Donetsk’te gerçekleştirildi. Kent merkezindeki Leninist Komsomol Parkı’nda bulunan ünlü “Donbass, Kurtarıcılarına!” anıtının önünde düzenlenen törene on binlerce kişi akın etti.
Donetsk’in en büyük heykeli olma özelliğine sahip abidenin önünde sabahın erken saatlerinde itibaren şehrin hemen hemen bütün ilçelerinden ve yakın yerleşim birimlerinden binlerce kişi birikmeye başladı. Halk konseyi vekilleri; pek çok ilçe, belde ve kasabanın belediye başkanları ile bugün hayatta kalanların sayısı çok az olsa da Büyük Anayurt Savaşı (1941-45) gazileri, 9 Mayıs’tan sonra kentin bu en büyük ve en önemli bayramında alanda hazır bulundular.
HARPTE FAŞİSTLERCE KATLEDİLEN YÜZ BİNLER ANILDI
Henüz resmi program öncesi tüm ilk, orta ve yüksek öğretim kurumlarından öğrencilerin de ders başı yapmadan önce düzenli kortejler halinde geldikleri meydandaki tören saygı duruşuyla başladı. Donbass’ta toplam iki sene süren (1941-1943) Nazi işgalinde hayatlarını kaybeden ve çoğunluğunu sivillerin oluşturduğu yüz binlerce kişinin anısına, sonsuz ateş ile Donbass’lı işçi ve Kızıl Ordu askerinin birlikte büyük bir kılıcı tuttukları abide-i heykelin önüne çiçek ve çelenkler bırakıldı toplu halde. Birkaç saat süren kutlama boyunca resmi yetkililerin yaptıkları kısa konuşmaların arasında; çocuklar ve gençler tarafından yapılan çok farklı dans ve müzik gösterilerine, Donbass’ın tanınmış opera sanatçılarının seslendirdikleri nostaljik savaş ezgileri, şarkı ve marşlar eşlik etti.
Donetsk’te sayıları günümüzde sadece onlarla ölçülen gazileri temsilen 91 yaşındaki Dmitriy Feodoroviç Budekov kitleye hitap etti. Son olarak DNR Halk Sovyeti Başkan Yardımcısı Olga Makeeva kürsüye gelerek özetle şunları kaydetti:
‘NAZİLER DONBASS’I YAKILMIŞ BİR TARLAYA ÇEVİRDİ’
“Bu bizim için büyük bir bayram çünkü Donbass’ta hiçbir aile yoktur ki, kendi kahramanına sahip olmasın: Ya babası, ya büyükbabası veya büyükannesidir… Toprağımızı savunarak ve buraya barışı getirerek hepsi de büyük bir başarıya imza attılar. Fakat bu zafer için ne denli büyük bir bedel ödedik! Donbass’ın kurtuluş günü; 700 gün süren ve gözyaşı, acı ve kurbanlarla dolu Nazi işgali sonrasında geldi. Savaş sürecinde Donbass’ta 175 bini aşkın sivil ile neredeyse 150 bin asker öldürüldü. Sovyet ordusunun saldırısı karşısında geri çekilirken faşistler madenleri, fabrikaları, kolektif çiftlikleri ve devlet çiftliklerini, kasaba ve köyleri yakıp yıkıyorlar; ekinleri ateşe veriyor, sığırları çalıyor, sivilleri ise köle olarak yanlarında götürüyorlardı. Naziler, Donbass’ı yakılmış bir tarlaya çevirmek için her şeyi yaptılar ancak kahramanlarımız sayesinde Donbass adeta küllerinden yeniden doğdu.”
SAVAŞIN TANIKLARI KONUŞTU
Tören alanında hem yeni hem de eski kuşaktan Donetskliler ile günün anlam ve önemi üzerine kısa kısa söyleşitik.
ÇOCUKKKEN MOLOTOF YAPIYORDUK
Eduard Boriseviç Lyubimov (86): Savaş sırasında Lvov’daydım. Hem annem, hem de babam cephedeydiler. O sıralarda halamda kaldım ve ardından Bakü’ye gittik beraber. O zamanlar biz çocukların kimisi pioner, kimisi ise komsomoldu. Çocuklar olarak savaşa en iyi katkı sunabileceğimiz yol, sokaktan boş cam şişeleri toplayıp ilgili fabrikalara teslim etmekti. Orada bunlar bir çeşit molotof konkteyli haline getiriliyor ve Alman tanklarına karşı kullanılıyordu. 1943’de babam Mariupol muharebesinde savaşmaya başladı. Ardından Donetsk’e döndüğümüzde kentin tamamen yıkıldığını gördük. Bir süre sığınaklarda yaşamak durumunda kaldık.
‘HALKIMIZLA KIVANÇ DUYUYORUM’
Tamara Mihailovna (70): 1945 yılı itibariyle annem ve babam Ukrayna cephesindelerdi ve sağ olarak dönebildiler. Biz savaş sonrası Moskova’ya 200 kilometre uzaklıkta bir köyde ikamet ediyorduk. Savaştan yıllar sonra bile çok çetin şartlar söz konusuydu. Savaşın çocukları olarak biz üç kardeştik. Tarlalarda dolaşıp çürümüş patatesleri topluyorduk. Babaannem bunları haşlayıp bir tür patates yemeği yapardı. 1950’li yılların başlarına kadar açlık devam etti. Gene o yıllarda büyük tundra ormanlarında haydutluk, hırsızlık oldukça yaygındı, bu yüzden babam yanında sürekli kılıç ve tabanca taşırdı savaş sonrası yıllarda bile. Ben ebeveynimle gurur duyuyorum, bu seneki “Ölümsüz Alay” geçidinde onların resimlerini taşıdım. Ana yurtlarını savunmuş olan tüm halkımızla kıvanç duyuyorum.
SAVAŞTA YER ALIYORUM
Oleg Vladimiroviç Bokav (38): Ukrayna cephesinde anneannem hemşire, babaannem ise içişleri bakanlığı olarak görev yapmış. Her ikisi de ağır yaralanmışlar. NKVD görevlisi olan bir dedem 1944’te Belgrad’ın kurtarılışı savaşında rol almış. Ben de ondan tam 56 yıl sonra aynı yerde, Kosova’nın Priştine şehrinde savaştım. Ocak-Şubat 2014’ten beridir de Donetsk direnişinde ve savaşında yer alıyorum.
GÜZEL KENTİMİZ ÇOK HIZLI AYAĞA KALKTI
Aleksandr Çekhov (76): Donetsk’te doğdum, büyüdüm ve bundan onur duyuyorum. Kentte 1947’de açlık başladı ve tam bir buçuk yıl sürdü. Babam savaşa Donbass’ta iştirak etti ve hayatta kalabildi. Annem ise evde biz çocuklara bakıyordu aynı sırada. ‘1 milyon gülün şehri’ denilen güzel kentimiz, savaşın ardından çok hızla ayağa kalktı.
GERİ ADIM ATMAMAK İÇİN İSE ÇOK UĞRAŞTIK
Dmitriy Feodoroviç Budekov (91 – Gazi): Savaşa Rostov eyaletinde katıldım henüz 17 yaşındayken. Okulu bitirir bitirmez kendi isteğimle orduya yazıldım, bu yüzden de okumaya devam etme fırsatım olmadı. Baştan sonra kadar topçu birliğinde telgrafçı olarak hizmet verdim. Cephede yerimi aldığımda 1942’nin sonbaharıydı. Lugansk ve Stalingrad bölgelerinde görev aldım. 1943 ilkbaharına gelindiğinde Saur Magila’ya 6 kilometre kala ilerlememiz durmuştu. Faşistler hakim tepeyi tutmuşlar ve bizi oradan top atışlarıyla durmaksızın vuruyorlardı. Tankların bize yol açmasıyla nehrin etrafını dolanarak karşı kıyıya geçtik. Burada bir müstahkem mevkii edinerek bir süre bekledik. Aynı yılın ağustos ve eylül aylarında tanklar ve toplar eşliğinde tam 40 kilometre ilerleyebildik. Bu sayede siper alabiliyorduk. Geri adım atmamak için ise çok uğraştık. Saur Magila’dan Donetsk’e kadar bacaklarımdan, kulağım ve başımdan, toplamda 3 kere hem de çok feci şekilde yaralandım.
– Fabrika ve ölümün aynı anlama geldiği ülke (Evrensel – 14 Eylül 2016)
Binden fazla işçinin öldüğü Rana Plaza yıkımının üzerinden üç yıl geçti. Bangladeş’te, şimdiye kadar hiçbir fabrika sahibi gereken cezayı almadı.
Jason MOTLAGH, el Cezire
Rana Plaza kompleksi, çalıştığı binanın üstüne çöktüğünde Saddam Hossain sağ kolunun yarısı kaybetti.
Bugün üzerinden üç yıldan fazla zaman geçmiş olan tekstil endüstrisindeki o acı hadise, Bangledeş’teki çalışma koşullarına uluslararası toplumun dikkatini çekti. Hossain ise, kimliği tam olarak belli olmayan fabrika patronlarının yargılanıyor olmasıyla avutulmak isteniyor.
Hossain da adaletin geleceğine ve iyi bir sonuç çıkacağına inanmıyor: Fabrika ve ölümlerin aynı anlama geldiği bu ülkede, şimdiye kadar hiçbir fabrika sahibi cezalandırılmadı.
41 sanığın cinayetten yargılandığı bu aydan itibaren ise bir değişimin başlaması olasılığı var.
BİNAYA YASADIŞI KAT EKLEMİŞLER
Ülkede Sohel Rana’dan fazla kimseden nefret edilmedi. Rana, politik olarak yasaların üstünde faaliyet gösteren sermaye gruplarının etkin olduğu başkentin kenar mahallelerinde 8 katlı Rana Plaza’nın sahibi.
Yargılama sürecinde; binanın eski baş mühendisi, birçok fabrika sahibi ve bir düzineden fazla hükümet memuru “uyarıların göz ardı” edilmesi suçlaması ile karşı karşıya. Ancak yetkililer, “kitlesel öldürme”ye benzeyen yıkım nedeniyle, suçlamayı “cinayet” derecesine yükseltti. Sanıkların bazıları ise, yasadışı bir biçimde binaya fazladan kat eklenmesi suretiyle bina güvenlik kurallarının ihlal edilmesi ile suçlanıyor.
Savcı Khandaker Abdul Mannan, el Cezire’ye, “Hükümetin tek tek her üyesi onlar için adalet istiyor” dedi. Savcı, suçlu bulunurlarsa sanıkların ölüm ya da ömür boyu hapis ile karşı karşıya kalabileceklerini söyledi.
GÖRMEZDEN GELMEK İÇİN ‘FAZLA BÜYÜK’
İşçi ve insan hakları grupları, patronların, tehlikeli çalışma koşulları konusunda suç ortaklığı yapan Batılı şirketlerin ve kamu görevlilerinin sorumluluğu üstlerinden atma çabasına karşı çıkıyor.
İşçi Hakları Birliği Müdürü Scott Nova, “Hükümlüler, sorumlu olan tarafların tamamı (sorumsuz hükümet, önemsemeyen denetçiler, insafsız marka ve satıcılar) yerine suçu kendi üzerlerine almış olacaklar” dedi: “Adalet olduğu kadarıyla; bu hükümetin göz ardı edemeyeceği kadar büyük bir olay.”
1100’den fazla insanın öldüğü ve 2 bin 500’ünün ciddi bir biçimde yaralandığı Eylül 2013 trajedisinin, dünyanın ikinci büyük elbise endüstrisi için dönüm noktalarından birisi olduğundan kimse şüphe duymuyor.
İŞÇİ MÜCADELESİNİN BAŞARDIKLARI…
Yıllarca süren direnişten sonra, H&M ve Zara gibi 150’den fazla belli başlı Avrupa şirketini içeren bir grup, beş yıllık bağlayıcılığı olan Bangladeş’te Yangın ve Bina Güvenliği Anlaşması’nı kabul etti. Walmart ve Gap’ı kapsayan başka bir Kuzey Amerika şirketleri bloku, Bangladeş İşçi Güvenliği için İttifak’ı kurdu. İttifak bağlayıcı değil ama uymayan ya da tamamen bağlantıyı koparan üyelere karşı parasal ceza uygulayabiliyor.
İşçilere gelince… Fabrika işçileri, trajediden sonra asgari ücretin aylık 38 dolardan 68 dolara yükseltilmesi için başarılı eylemler yaptı.
Sözde işçi örgütlenmesine izin veren ve daha iyi koşullara yönelttiği iddia edilen çalışma yasaları iyileştirildi. Sosyal medya, tehlikeli çalışma koşulları hakkında bilgi paylaşmanın bir aracı olarak kullanıldı.
Müşterileri arasında H&M de olan önemli bir Bangledeşli şirket, hak ihlalleri karşısında kör olabilen satıcıların, Rana Plaza’nın ardından “gerçekten zihniyetlerini değiştirdiğini” iddia etti. Rana Plaza’nın güvenliğin güçlendirilmesinde daha fazla yatırıma yol açtığı, tesislerin daha iyi denetlenmesini sağladığını ileri sürdü. Aynı zamanda, şunu ekledi: “İşçilerimiz daha bilgili.”
SORUNLARIN ÇÖZÜLMESİ İÇİN ÇOK VAAT, AZ EYLEM
İşçi ve insan hakları grupları büyük batı markalarının sözlerinin arkasında durması için ısrarcı oldu. Nova, binalarının çoğunun hâlâ yeterince güvenli olmadığını, çünkü sahiplerinin ayak sürdüğünü, çoğu markanın tadilat için gerekli ödeme yardımı yükümlülüklerini yerine getirmediğini söyledi. Özellikle de yangın çıkışı ve hayati yapısal onarımlar konusunda…
Nova, hükümet denetleme programı ya da Walmart’a dayalı ittifak tarafından kapatılmış ve güvenlik uygulamaları için ödeme talep eden fabrikalar arasında, “tablo kötü” diye ekledi.
Her iki güvenlik koalisyonu daha yapılacak çok şey olduğunu onaylarken; kredi sağlamak ve yangın güvenlik ekipman maliyetlerini düşürmek için fabrika sahiplerine yardım ettiklerine dikkat çekti. Anlaşmanın internet sitesinde, fabrikalardaki problemlerin yarısından fazlasının düzeltilmesine rağmen, diğer 1400’den fazlasının mühendis açığı ve politik güvensizlikten dolayı planın gerisinde kaldığını söylüyor.
3 MİLYON TEKSTİL İŞÇİSİ 5 BİN TAŞERON İŞYERİ
2016’nın ilk çeyreğinde hazırlanan bir raporda, İttifak’ın tekstil fabrikalarındaki yangınların yüzde 90 azaldığı, güvenlik uygulamalarında başarısız olan fabrikaların ödeneklerinin üç kat arttırıldığı açıklandı. Ancak Bangladeş’te çok önemli olan yangın çıkışının binalara eklenmesi talebini grup zorla kabullendi.
Her iki grubun da hâlâ uğraştığı temel konu taşeronluk sorunları.
Amerika ve Avrupalı markalar tarafından verilen “tedarik zincirlerini temizleme” sözlerine rağmen, onların ince eleyip sık dokuduğu anlaşmalı firmalar ülkede faaliyet yürütenlerin sadece üçte biri.
New York Üniversitesi’nin (NYU) araştırma raporuna göre; üç milyon tekstil işçisini istihdam eden 5 bin taşeron fabrika, güvenlik uygulamaları ya da herhangi bir önlem olmaksızın çalışmaya devam ediyor.
El Cezire’ye yapılan bir açıklamada İttifak, yetkili taşeronlara izin verilmişken, bu fabrikaların üye fabrikalar gibi aynı eğitim, kayıt ve uygulama standartlarına bağlı kalmak zorunda olduğunu söyledi.
Bir üye yeni bir fabrika eklerse, ilk olarak İttifak ya da anlaşma tarafından denetlenmiş olmalı. Üretime başlamadan önce düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Bu, diğerlerinin denetlenmiş fabrikalarda kalmasını ve onaylanmamış fabrika ekleyen üyeleri uyarmayı sağlıyor.
İttifak yaptığı açıklamada “Herhangi bir İttifak üyesi tarafından yetkilendirilmemiş taşeronlar yasaklanır, ve üyelerimiz yetkisiz taşeron tehdidini minimize etme ihtiyacının farkına varırlar” deniyor.
KİTABIN VE YASANIN DIŞI
Tekstil endüstrisinin büyük bölümünde şirket sahipleri, başka şirketlerin kontratlarını kaybetme korkusuyla kısa ve zorlu “teslim zamanları” şartı nedeniyle hâlâ sorumluluklarını taşeronlara yüklediğini ifade etti.
NYU raporundaki rehber araştırmacı Sarah Leibowitz yaptığı bir açıklamada, “Küresel markalar yetkisiz taşeronlara karşı sıkı politikalara sahip olduklarını söylemelerine rağmen, gerçekte, binlerce küçük fabrikada milyonlarca işçi onların mallarını üretiyor” dedi: “Bu fabrikalarda çalışma çok tehlikeli, henüz hiçbir uluslararası araştırmacı onları incelemedi.”
İşçi yasaları sendika kurmayı kolaylaştırmasına rağmen, istismar ve gözdağı pratikte uygulanmasını oldukça zorlaştırıyor. Bu gerçek tekstil işçilerinin katlandığı riskleri daha da şiddetlendiriyor.
2015 İnsan Hakları İzleme raporu, fiziksel saldırı, fazla mesaiye zorlama, ücretli doğum izninin reddi, ikramiye ve ücret ödemelerinin zamanında yapılmaması gibi sorunlara dikkat çekti.
Tepki gösteren işçiler, hükümetin gizli ama etkin desteğiyle fabrika yönetimi ve kiralanmış üçüncü taraflarca düzenli olarak işten atıldı ya da tehdit ve dayakla karşılaştı.
İŞÇİ HAYATININ GARANTİSİ İŞÇİLERİN EYLEMİ
Nova çözüm olarak şunları söylüyor: “Yasalara uygun bina yapılması ve işçilerin kolektif bir biçimde haklarını koruması için eyleme geçebilmesinin sağlanması; Bangladeş gibi bir yerde güvenliğin çifte garantisidir.”
İttifak, işçileri doğrudan ilgilendiren bütün konularda bir emek danışma grubu oluşturdu. Ek olarak 24 saatlik bir telefon hattı, başta sendika örgütçülerine karşı olmak üzere istismar iddialarına daha iyi müdahale edilmesini sağladı.
Ancak bunların hiçbiri Saddam Hossain gibi Rana Plaza’dan kurtulan işçiler için bir farklılık yaratmadı. Kabustan kıvranan ve engelli, 31 yaşındaki eski satışçı bu şehirde çalışmaktan vazgeçti ve artık çok katlı binalara ayak basamıyor.
Hükümetin yıkımdan sonra ödediği 15 bin dolar giderek tükenirken, o şimdi köyünde, öncelikli tedavisini güvenceye alacağı bir büro işi arıyor.
Ülkenin adalet sistemine güvenmiyor.
“Rana kesinlikle mahkum olacak” diyor: “Ancak hepimiz onun hükümetin yüksek makamlarıyla bağlantılı çok güçlü bir adam olduğunu biliyoruz.”
(Çeviren Arif Koşar)
*Ara başlıklar Evrensel’in tercihidir
– Genç FARC’lılar kamplardan ayrılıyor (Evrensel – 12 Eylül 2016)
Kolombiya hükümeti ve FARC arasında imzalanan barış antlaşmasıyla birlikte, 15 yaş altındaki FARC-EP gerillaları kamplardan ayrılıyor.
Kolombiya hükümeti ve FARC arasında imzalanan barış antlaşmasının yürürlüğe girmesiyle birlikte, 15 yaş altındaki FARC-EP gerillaları kamplardan ayrılmaya başladı. Telesur’un haberine göre, FARC gerillalarının kamptan ayrılmaları, gençlerin kimliklerini korumak için görüntülenmedi.
50 yılın ardından imzalanan ‘Barış antlaşması’ belli aşamalardan oluşuyor ve gerilla gençler ‘Kızıl Haç’ ve ‘UNICEF’ tarafından oluşan bir komite tarafından gözlenecek.
Komite tarafından yapılan açıklamaya göre “Komite hafta sonu sekiz genci aldı ve sağlık durumlarının iyi olduğunu belirtti” UNICEF ekibinde yer alan Yüksek Barış Komiser Sergio Jaramillo’ya göre, bu süreç çocukların kimliklerini korumak için görüntülenmeyecek.
Kolombiyalı Aile Refahı Enstitüsüne göre son 17 yılda 3 bin 609 ‘çocuk’ gerilla gruplarından ayrıldı.
(DIŞ HABERLER)
– Katalonya’da bağımsızlık eylemi (Evrensel – 12 Eylül 2016)
Katalonya’da hafta sonu gerçekleşen gösterilere binlerce kişi katıldı. Eyleme katılan binlerce Katalan bağımsızlık istedi.
İspanya’dan tam bağımsızlığı savunan sivil toplum kuruluşlarının çağrısıyla Barcelona’nın da aralarında olduğu beş ayrı kentte düzenlenen gösterilere on binlerce kişi katıldı. Guardian’ın haberine göre eyleme katılan Katalanlar ‘İspanya’dan ayrılıp kendi yönetimlerini kurmak’ istiyorlar. Eyleme katılanlar ‘Katalan Cumhuriyeti. Hazır’ sloganlarıyla yürüdüler.
Eyleme katılanlar, yerel iktidardaki ‘Evet için Birlik (Junts pel Si) hükümetinden önümüzdeki yıl için vadettiği referandum sözünü tutmasını istedi. Euronews’in haberine göre Özerk Katalonya Bölgesinin Başkanı Carles Puigdemont da Salt kentindeki gösteriye katıldı.
BAĞIMSIZLIK İSTEYENLERİN ORANI YÜZDE 47.7
Katalonya’daki CEO adlı araştırma merkezinin haziran ayında yayımladığı ankette, Katalonya’da bağımsızlık isteyenlerin oranı yüzde 47.7, karşıtları ise yüzde 42.4 çıkmıştı. İspanya’da 20 Aralık 2015 ve 26 Haziran’daki 2 genel seçimin ardından halen yeni hükümetin kurulamamış olması da Katalonya meselesinin çözümü için ciddi sorun olarak gösteriliyor.
‘1 YIL İÇİNDE REFERANDUM’
İspanya’nın doğusundaki Katalonya özerk yönetiminin ayrılma talebiyle başlattığı bağımsızlık yanlısı girişimler 5. yılını doldurdu. Katalonya Başkanı Carles Puigdemont, 1 yıl içinde bağımsızlık yanlısı referandum yapılacağını vaadetti ve 28 Eylül’de Madrid hükümetine bir teklif sunacağını açıkladı. (DIŞ HABERLER)
– FARC gerillalarının ‘barış’ gündemli Ulusal Konferansı başladı (18 Eylül 2016 HABER MERKEZİ – ANF)
Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC), 52 yıllık savaşı sona erdiren Barış Anlaşması’nı onaylamak üzere 10’uncu Ulusal Gerilla Konferansı’nı topladı.
Konferansta konuşan gerilla lideri Timoleon Jimenez, gerillalara ‘Kolombiya’nın kaderi sizin elinizde’ mesajı verdi.
Ülkenin güneydoğusunda gerillaların denetimindeki El Diamante’de başlayan FARC 10’uncu Ulusal Konferansı, 200 kadar gerilla delegesinin katılımıyla başladı.
Konferansın açılışında hazır bulunan 500 kadar gerillaya konuşan Timoşenko lakaplı FARC lideri Timoleon Jimenez, 52 yıllık savaşın ardından Ağustos ayında imzalanan Barış Anlaşması’nın onaylanması talebinde bulundu. “Bu savaşın ne kazananı ne de kaybedeni yoktur” diyen Timoşenko, “Kolombiya’nın geleceği sizin elinizde” sözleriyle anlaşmaya destek istedi.
Barış Anlaşması’nın ‘tarihi önemde’ olduğunu vurgulayan gerilla lideri, hükümetin gerillaların aktif siyasi yaşama dahil olmaları için garanti vermek zorunda kaldığını hatırlattı.
SAVAŞ STRATEJİSİNİN TARTIŞILMAYACAĞI İLK KONFERANS
23 Eylül’e kadar sürecek olan FARC Konferansı’nın bundan sonraki oturumlarına gerilla komutanları ile alt birimleri temsilen 200 kadar delegeyle devam edilecek. Konferansta Barış Anlaşması’nın yanı sıra FARC’ın siyasi yaşamda alacağı role ilişkin de tartışmalar yürütülecek.
FARC üst düzey yöneticilerinden Carlos Antonio Losada, 10’uncu Ulusal Gerilla Konferansı’nın savaş stratejisi yerine barışın tartışılacağı ilk konferans olduğunu vurguladı. Losada, konferansın ‘gerillanın tarihindeki en önemli olay’ olduğunun altını çizdi.
HALKIN BÜYÜK KISMI ANLAŞMAYA ‘EVET’ DİYECEK
1964 yılında başlayan ve en az 220 bin kişinin yaşamına mal olan savaşın sona erdirilmesi için FARC gerillaları ile Devlet Başkanı Juan Manuel Santos’a bağlı heyet arasındaki barış görüşmeleri 2012 yılıı sonunda Küba’da başlatılmıştı. Müzakereler sonucu hazırlanan barış anlaşması 24 Ağustos’ta imzalanmıştı. Gerillaların anlaşmayı onaylaması halinde 26 Eylül’de nihai anlaşma imzalanacak.
Anlaşma, 2 Ekim’de yapılacak referandumla Kolombiya halkının da onayına sunulacak. Son anketler, Kolombiya halkının en az yüzde 55’inin anlaşmaya ‘evet’ diyeceğini gösteriyor.
– New York Times: ABD, IŞİD’e karşı Kürtleri doğrudan silahlandırmayı düşünüyor (Sol Haber – 21 Eylül 2016 )
New York Times gazetesi, Obama yönetiminin Suriye Kürtlerini IŞİD’e karşı doğrudan silahlandırmayı düşündüğünü yazdı.
ABD ile Türkiye arasında gerilime neden olan Suriye Kürtleri meselesinde yeni adımlar gelebilir.
New York Times’tan (NYT) Eric Schmitt’in haberine göre, Obama yönetimi Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) ile mücadele kapsamında Kürtleri doğrudan silahlandırmayı düşünüyor.
Plan şu anda Ulusal Güvenlik Konseyi’nde (NSC) tartışılıyor. Obama’nın, IŞİD’le mücadeleyi hızlandırma yönünde talimat verdiği, bu kapsamda başkanlıktan ayrılmadan önce Rakka operasyonunu başlatmak istediği söyleniyor.
Haberde, Kürtleri doğrudan silahlandırmanın, Türkiye ile gerginlik nedeniyle Obama açısından güçlükler barındırdığı belirtiliyor.
Planın Pentagon Merkez Komutanlığı aracılığıyla hazırlandığı söyleniyor. Bu kapsamda Kürtlere bazı hafif silah ve mühimmat verilmesi düşünülüyor; ancak ağır silahlar (anti-tank veya uçaksavar) bu kapsamda yer almıyor.
Amerikalı yetkililer, planın henüz Beyaz Saray’da üst düzeyde tartışılmadığına dikkat çekiyorlar.
ABD’li komutanlar, bu planın, Kürtleri IŞİD’le savaşa devam etmeye teşvik için düşünüldüğünü söylüyorlar.
ABD, bugüne kadar “resmi” olarak Suriye Kürtlerini değil, YPG ile ittifak hâlindeki Arap grupları silahlandırıyordu. Ancak bu yardımların, YPG’ye yardımları gizlemek için Araplara yapıldığı iddia ediliyor.
Konu hakkında bilgi sahibi 5 ABD’li yetkili, Kürtlere doğrudan yardım planının IŞİD’i Suriye’de yenmeyi hedefleyen büyük planın bir parçası olduğunu savunuyor.
Haberde, Rusya ile Türkiye arasındaki yakınlaşma ve YPG ile Suriye ordusu arasındaki çatışmalar nedeniyle, Kürtlerin Şam yönetiminden düzenli olarak aldığı silah yardımlarının kesildiği öne sürülüyor.
Yardım ile birlikte, ABD, Türkiye’nin Suriye’ye girmesi nedeniyle Washington’a yönelik bakışında değişme yaşanan Kürtleri “yatıştırmayı” hedefliyor.
NYT muhabiri, Amerikalı yetkililerin, Erdoğan’ın “ABD ile birlikte Rakka operasyonunu tartışıyoruz” açıklamasının önemini azaltarak, Rakka konusunu ABD’nin hâlâ düşündüğünü söylediklerini aktarıyor.
– KDHC, roket motoru denemesi yaptı (Evrensel – 20 Eylül 2016)
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC), roket motoru denediğini açıkladı.
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC), roket motoru denediğini açıkladı.
Pyongyang yönetimi, KDHC lideri Kim Jong-un gözetiminde yapılan denemenin başarılı olduğunu bildirdi.
Denemesi yapılan yeni roket motoru sayesinde, ülkenin uzaya çeşitli uydular gönderebileceği belirtiliyor.
Kore Merkezi Haber Ajansı’na göre (KCNA) Kim Jong-un, uzaya uydu gönderilmesi için en kısa sürede hazırlık yapılması yolunda talimat verdi.
ABD ve Güney Kore, KDHC’nin çalışmalarını kıtalar arası balistik füze (uzun menzilli) geliştirmeye çalıştığı şeklinde değerlendiriyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, daha önce aldığı kararlarla, KDHC’nin herhangi bir nükleer ya da balistik füze denemesi yapmasını yasaklamıştı.
– FARC: Paramilitarizme Dair Kaygılar Var (20/09/2016 – Direnişteyiz Çeviri Ekibi)
- Ulusal Gerilla Konferansı’nın 3. gününde, FARC delegeleri paramilitarizme ilişkin kaygılarını dile getirdi.
Kolombiya genelindeki FARC-EP fraksiyonlarını temsilen katılan 51 delegenin gerçekleştirdiği görüşmede tarihi barış anlaşmasına destek verdikleri tekrar dile getirilirken, paramilitarizm tehdidi ve topluma yeniden katılım konusunda yaşanacak zorluklara dikkat çekildi.
Delegelerin endişelerini dile getiren 63 yaşındaki FARC Komandosu Pablo Catatumbo ise, “anlaşmaların önündeki en büyük engel paramilitarizmdir; Kolombiyalılar ve demokrasi için büyük bir tehdit bu,” şeklinde konuştu.
Kolombiya’da 50 yıldır süregelen iç savaşın ve yerli halkın topraklarını savunuyor olmasının karşısında, bugüne kadar başa geçen sağcı ve ABD destekçisi hükümetler çeteleşmeye ve paramiliter örgütlenmeye gitmişti. Uyuşturucu kaçakçılığıyla finanse edilen çeteler, FARC’ın etkin olduğu bölgelerde sayısız köy yakma, kaçırma, katliam ve faili meçhullerin sorumlusu olurken, sendika liderleri ve parti liderlerine yönelik tehdit ve kaybetme politikası on yıllardır süregelmekteydi. Bugüne dek başkan adayı da dahil, sol eğilimli hareketlerin binlerce üyesi uyuşturucu satıcıları, sağcı paramiliter gruplar ve güvenlik güçlerince öldürüldü.
Şimdi FARC ın parlamenter düzeye taşıyacak olması, beraberinde böylesi pek çok sorunla nasıl baş edileceğine dair kaygılar uyandırıyor.
Catatumbo, konferansta, meseleye ilişkin yaptığı açıklamada, delegelerin paramiliter gruplara nasıl müdahale edileceğine dair kaygıları ve soruları olduğunu; hükümetin böylesi bir konuda kabul ettiği anlaşmalara uyup uymayacağı konusunda da kaygı oluştuğunu ifade etti. Catatumbo, ekonomiye, istihdama vb. alanlara yeniden katılıma ve siyasi tutsakların serbest bırakılmasına ilişkin “nasıl”sorusunun çözülmesi gerektiğine dikkat çekti.
Öte yandan, bütün bu kaygılara rağmen, Catatumbo konferansta görüşen bütün delegelerin barışa destek verdiğini açıkladı: “FARC, bir bütün olarak anlaşmayı oylayacak ve anlaşma ne idiyse buna uyacak.”
Oylama ise, konferansın kapanışının yapılacağı Cuma günü oylanacak.
FARC’ın Öncü Cephesi’nin ise konferansa katılması reddettiği kaydedildi. Bu fraksiyonun anlaşmayı reddettiği, konferansa katılım çağrısını ise reddettiği ifade ediliyor. Catatumbo ise, konferansa katılmayan fraksiyona ilişkin, grubun küçük bir orana denk geldiğini dile getirdi.
Anlaşmanın değerlendirmesi sırasında ise Catatumbo, niahi anlaşmanın madene dayalı sanayisine yönelik daha fazla madde içermesi gerektiğini; bunun es geçilmesinden ötürü hata yapıldığını belirtti.
Catatumbo, “FARC çetin bir savaş verdi; ancak herkes biliyor ki, hükümet ekonomik model konusunda tartışmayı reddetti,” şeklinde konuştu. Ne var ki, bu anlaşmanın bir varış noktası olmadığını, daha uzun soluklu bir mücadelenin başlangıcı olduğunu ve FARC’ın taleplerinin barışçıl ve demokratik bir düzlemde daha ses getirecek bir mücadeleyle yürütüleceğine vurgu yaptı.
“Halkın kendi topraklarını demokratik bir ortamda koruması ve bunun için savaşması adına bir yol açıldığını hissediyoruz,” diyen Catatumbo, “anlaşmalar demokratik düzlemi genişletecek araçları bizler için oluşturdu; ancak herşey yaratmaya bağlı,” diyerek demokratik ortamda mücadelenin kendi çabalarıyla şekilleneceğine dikkat çekti.
– FARC Ulusal Gerilla Konferansı Toplandı (18/09/2016 – Direnişteyiz Çeviri Ekibi)
Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC), 52 yıllık savaşı sona erdiren Barış Anlaşması’nı onaylamak üzere 10’uncu Ulusal Gerilla Konferansı’nı topladı.
Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC), 52 yıllık savaşı sona erdiren Barış Anlaşması’nı onaylamak üzere 10’uncu Ulusal Gerilla Konferansı’nı topladı. Konferansta konuşan gerilla lideri Timoleon Jimenez, gerillalara ‘Kolombiya’nın kaderi sizin elinizde’ mesajı verdi.
ANF’nin haberine göre, ülkenin güneydoğusunda gerillaların denetimindeki El Diamante’de başlayan FARC 10’uncu Ulusal Konferansı, 200 kadar gerilla delegesinin katılımıyla başladı.
Konferansın açılışında hazır bulunan 500 kadar gerillaya konuşan Timoşenko lakaplı FARC lideri Timoleon Jimenez, 52 yıllık savaşın ardından Ağustos ayında imzalanan Barış Anlaşması’nın onaylanması talebinde bulundu. “Bu savaşın ne kazananı ne de kaybedeni yoktur” diyen Timoşenko, “Kolombiya’nın geleceği sizin elinizde” sözleriyle anlaşmaya destek istedi.
Barış Anlaşması’nın ‘tarihi önemde’ olduğunu vurgulayan gerilla lideri, hükümetin gerillaların aktif siyasi yaşama dahil olmaları için garanti vermek zorunda kaldığını hatırlattı.
Savaş Stratejisi Tartışılacak
23 Eylül’e kadar sürecek olan FARC Konferansı’nın bundan sonraki oturumlarına gerilla komutanları ile alt birimleri temsilen 200 kadar delegeyle devam edilecek. Konferansta Barış Anlaşması’nın yanı sıra FARC’ın siyasi yaşamda alacağı role ilişkin de tartışmalar yürütülecek.
FARC üst düzey yöneticilerinden Carlos Antonio Losada, 10’uncu Ulusal Gerilla Konferansı’nın savaş stratejisi yerine barışın tartışılacağı ilk konferans olduğunu vurguladı. Losada, konferansın ‘gerillanın tarihindeki en önemli olay’ olduğunun altını çizdi.
Referandum 2 Ekim’de
Anlaşma, 2 Ekim’de yapılacak referandumla Kolombiya halkının da onayına sunulacak. FARC daha önce anlaşmanın referanduma götürülmesine karşı çıkmış, Son anketler, Kolombiya halkının en az yüzde 55’inin anlaşmaya ‘evet’ diyeceğini gösteriyor.
FARC Referandum’a Tepkili
Geçtiğimiz Şubat ayında Kolombiya Devlet Başkanı Santos, henüz barış anlaşması imzalanmadan, anlaşmayı referanduma sunma kararı aldıklarını açıklamış, FARC ise hükümeti uyararak siyasi yüzeysellik yüzünden anlaşmanın tehlikeye atılmaması çağrısı yapmıştı.
FARC’ın müzakere heyetinin başındaki Ivan Marquez, “Diyalog masasının tarafları olan bizler, nihai anlaşmaların tasdik sistemini belirleyecek olan yetkili kişileriz” diyerek, kanunlara göre hükümet kararlarının referanduma sunulabileceği ama taraflar arasındaki görüşmeler sonucunda imzalanan anlaşmalar için böyle bir durumun geçerli olmadığını vurgulamıştı. Marquez, “Anlaşma siyasi yüzeysellikle tehlikeye atılmamalıdır” uyarısında bulunmuştu.
FARC’tan Türkiye’ye Uyarı
FARC geçtiğimiz günlerde, Cerablus operasyonu ile işgal girişimi başlatan, Mürşitpınar Sınır Kapısının karşısına düşen Kobanê tarafında güvenlik duvarı inşa eden Türkiye’ye tepki göstererek, “Tüm demokratik güçleri, Türk işgalinin karşısında durmaya çağırıyoruz” açıklaması yapmıştı.
Bugüne Nasıl Gelindi?
Kolombiya’da devlet ile FARC-EP arasındaki silahlı çatışma yaklaşık 50 yıldır sürüyor. Taraflar Kasım 2012’de Küba başkenti Havana’da bir araya gelerek çözüm sürecini başlattılar.
Çözüm sürecinin başlatılmasından bu yana bazı maddelerde anlaşılmasına rağmen “kalıcı bir çözüme varılıp varılmayacağı” konusuna hep şüpheyle yaklaşıldı.
Kolombiya Ulusal Tarihi Hafıza Merkezi’nin raporuna göre FARC ile ulusal güvenlik güçleri arasında çatışmada bugüne kadar 220 bin kişi öldü.
Ülkede 7 milyondan fazla kişi hükümetin Mağdurlar Birimi’ne kayıt oldu. Nüfusun önemli bir kısmı şiddet nedeniyle yerinden edilirken; çok sayıda kişinin ise kaçırıldığı, tehdit edildiği, zorla kaybedildiği ve kara mayınları nedeniyle yaralandığı belirtiliyor.
Taraflar Mayıs 2013’te, altı ay süren müzakerelerin sonucunda toprak reformunda uzlaştı. Varılan anlaşma uyarınca kırsal kesimlerde ekonomik ve sosyal dönüşüm yapılacak, fakir çiftçilere toprak verilmesi öngörülüyordu. Kasım 2013’te ise taraflar muhaliflerin siyasi katılımıyla bir barış anlaşması yapılması konusunda anlaştıklarını açıkladı. Mayıs 2013’te yasadışı uyuşturucu ticaretinde işbirliği yapma sözü verildi.
Kolombiya devletinin saldırı ve baskıları da bu süreçlerde devam etti. Bu nedenle zaman zaman kesintiye uğrayan görüşmeler Eylül 2015’te Havana’da 4. anlaşma ile yeniden gündeme taşındı. Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos, Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) lideri Timoleon Jimenez ile Havana’da bir araya geldi. Görüşmede Küba Devlet Başkanı Raul Castro da hazır bulundu.
Aralık 2015’te Kolombiya devleti ile FARC arasında devam eden barış görüşmelerinde çatışma mağdurlarını içeren konularda anlaşma sağlandı.
Müzakereler sonucu hazırlanan barış anlaşması 24 Ağustos’ta imzalandı.
Gerillaların anlaşmayı onaylaması halinde 26 Eylül’de nihai anlaşma imzalanacak.
– Cezaevleri Eylemleri İkinci Haftasında (20/09/2016 – Direnişteyiz Çeviri Ekibi)
Geçtiğimiz hafta 1971 Attica Cezaevleri İsyanı’nın yıl dönümünde, dünya çapında başlatılan eylem dalgası ikinci haftasına girdi. Sadece cezaevlerinde değil; sosyal medya aracılığıyla, sokakta ve pek çok ülkede düzenlenen eylemler cezaevlerinde mahkumlara dayatılan köleci emeğe karşı çıkıyor.
Özellikle ABD’de yoğun olarak, özlleştirmelerle birlikte son yirmi yılda koşulların daha da acımasızlaştığı işletme tarzı cezaevlerinde, özellikle siyahilere ve Latin halklara kölelik dayatılıyor. Cezaevlerinde mahkumlar, cezaevlerinin dayattığı ve büyük uluslararası şirketlerin cezaevleriyle anlaşmalar yaptığı üretimde yer alıyor. Karşılığında ise asgari ücretten kat kat düşük rakamlar alıyor. Sigorta yok; iş güvenliği yok; sendikal faaliyet yok. Mahkumlar çalışmak istemezse işkence görüyor ve hücrelere kapatılıyor. Bu endüstri ABD’de yeni kölecilik olarak dile geliyor.
Bugün 1 milyona yakın mahkum, neredeyse bedavaya çalıştırılıyor. Emeği karşılığında saat başına bir kaç sent ancak alabilen mahkumlar ise, Post-it, McDonalds, British Petroleum, Victoria’s Secret, Renault, Yves Rocher, L’Oreal gibi markaların büyük pazarlarda satılan ürünlerinin üretim sürecinde yer alıyor.
Cezaevlerindeki emek, tesisin işlerliliğinin devamı için var ediliyor. Özelleştirilmiş cezaevleri ise, patronlara artı değer kazandırıyor çünkü mahkumlar asgari ücretin bile kat kat altında ücretlerle çalıştırılıyor. ABD yasaları ise işledikleri suçlardan hüküm giymiş mahkumların sömürü koşullarında çalıştırılmasına imkan sağlıyor.
CBS Haber’e konuşan Prison Legal News editörü Alex Friedmann ise geçtiğimiz hafta, işçi haklarını ve güvenliğini koruma altına alan hiçbir yasanın cezaevlerinde uygulanmadığını ifade etmiş; cezaevlerindeki mahkumların hak savunucuları ise mahkumlara dayatılan çalışma koşullarının köleliğin bir benzeri olduğunu dile getirmişti.
“Kırbacın yerine biber gazı kullanılıyor olabilir; ancak diğer her türlü işkence devam ediyor: tecrit, baskılayıcı konum; bizler sanki birer hayvanmışız gibi çıplak aramaya tabi tutma…” Beklenilen verimde çalışmayan ya da çalışmayı reddeden mahkumlara ise fiziksel şiddet ya da cezalara dayalı yöntemler; baskılar dayatılıyor.
1971’de ABD’nin Attica cezaevinde isyan dalgası başlatan Siyahi devrimcilerin katledilişinin yıldönümünden bugüne gerçekleştirilen eylemler ise şunu talep ediyor: Mahkum emeğine özgürlük. Sokağa çıkan ve gösteriler gerçekleştiren kitleler, “Amerika’da köleciliğe karşı bir eylem çağrısıdır bu,” diyerek içerde ve dışarda insanları harekete geçmeye çağrıyor: “Attica’dan 45 yıl sonra, dönüşüm dalgası Amerika’nın cezaevlerine doğru geliyor. Bu Eylül ayı eylemleri büyütecek ve yaygınlaştıracağız. Öyle ki Amerikalı cezaevi sistemi böylesi bir dönüşüm dalgasına karşı duramayacak ve kayıtsız kalamayacak.”
Cuma gününden bugüne, grevin cezaevleri ayağında bazı zorluklar baş gösterdi; ancak örgütleyiciler ve destekçileri eylemin ölçeğinin daha önceki eylemlerden çok farklı ve rastlanmamış olduğundan şüphe duymuyor. Gelelelim, cezaevlerinde yaşanılan darp ve hücre kapatmalarının ya da hücre yakmaları ve eylemleri gibi süregelen verilerin doğrulanabilirliği, tespiti konusunda sıkıntı da yaşanıyor; yetkililer ise kendi eyaletlerinde grev- temelli eylemlerin varlığını reddediyor.
ABD’nin 24 eyaletinde 40 ile 50 arası cezaevi, greve katılma kararı aldı. Bir hafta sonra, Salı gününe gelindiğinde, 11 eyaletteki 20 cezaevinde eylemler sürüyor. Belli başlı talepler, yerel olarak yaygınlaşırken bazı mahkumların açlık grevlerine gittiği, Florida’daki siyasi mahkumların ise cezaevi mülküne zarar verdiği ve yıkmaya çalıştığı kaydediliyor.
Cezaevleri mahkumlarını özgürleştirmeye yönelik çalışma yürüten IWOC üyesi Ben Turk, “Şu an grevde, tahmini 20 bin mahkum bulunuyor ve tarihteki en büyük cezaevi grevlerinden biri; ancak erişilen bilgiler sınırlı,” diyor. Ben Turk cezaevlerindeki mahkumlarla irtibata ve koordinasyona yönelik çalışma yürütüyor.
Pek çok ABD eyaletinde ve Avrupa ülkesinde de cezaevlerindeki greve destek amaçlı eylemler gerçekleştirildi. ABD’deki cezaevi emeğine ve sömürüsüne dayalı politikaların sonlandırılması için aktivistler, Sırbistan, Litvanya, İspanya, Fransa, İngiltere, Yunanistan, Almanya, İsveç, Avustralya ve Kanada’da geçtiğimiz hafta sokaklara çıktı.
Tutukluluk oranlarının Avrupa’da en yüksek oranda olduğu Litvanya’da aktivistler, “Dünya yüksek güvenlikli büyük bir hapishanedir” diyerek sokaklardaydı: “Avcı pazarlarla ve acımasız devletlerle baskılanan, yoksullaştırılan bizlere hiçbir seçenek bırakılmıyor.”
Sırbistan’da ise aktivistler, “Sırbistan’ın kuzey düzlüklerinde, Avrupa’nın kapılarında, ısı kameraları, saldırı köpekleriyle; drone’ları, polisleri, askeri ve ırkçı çeteleriyle koca bir yapı duruyor… Halkları birbirinden uzaklaştıran sistem, bu yasaklar sayesinde ekonomik ve politik kazanç sağlıyor. Ancak özgürce hareket etme isteği, duvarlardan daha güçlüdür ve bizleri durduramaz,” dedi.
Geçtiğimiz hafta cumartesi günü ise 800 gösterici, İngiltere’nin Yarl’s Wood Alıkoyma merkezinde, Belford’da bir araya gelerek göçmen ve mültecilerin insan haklarının ihlaline karşı çıktı.
Cezaevleri grevi örgütleyicileri ve mahkumlar ise şimdi, dışarıyla olan bağlarının koparılmasına karşı destek ve dayanışma çağrısında bulunuyor. Mahkumlar, her şeye rağmen, grevleri ve mücadeleyi sürdüreceklerini kaydediyor.
Cezaevleriyle irtibatın karartılması ve engellenmesi ise, olayların kamuoyundan gizlenme çabası olarak kendini gösteriyor. Pek çok cezaevindebaş gösteren eylemler nedeniyle, mahkumlara hücre kapatmaları dayatıldığı ifade ediliyor. Cezaevleri yetkilileri ise soruları yanıtsız bırakıyor.
Son yıllarda ise cezaevleri grevleri git gide büyüyor. 2010 yılında ABD’nin Georgia eyaletindeki cezaevlerinde çalışan binlerce mahkum çalışmayı reddederek iş bırakmış; eylem Virginia, Kuzey Karolina, Illinois ve Washington’a sıçramıştı. 2013 yılında ise, Kaliforniya mahkumları açlık grevi tertipleyerek, hücre kapatmalarına karşı 30 bin mahkum eylemlere katılmıştı.
Bugün cezaevlerindeki kölelik koşullarının yanı sıra, koğuşların kalabalıklaşması, sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimin engellenmesine neden olan yasalarla cezaevleri insan hakları karşısında ABD köleciliğinin yüzyıldır süregelen sömürüsünü ortaya koyuyor. Yılda 2 milyar dolar kazanan endüstri, çalıştırdığı 900 bin mahkuma, saatlik bir kaç cent dışında bir şey ödemiyor. Özel şirketlere çalışmanın yanı sıra mahkumlar cezaevlerindeki yemek, temizlik, inşaa gibi işleri de kendisi gerçekleştiriyor. Mahkumlar ise şunu diyor: “Cezaevi köleciliğinin bitirilmesini talep etmeyeceğiz: bunu köle olmayı reddederek bizler kendimiz sonlandıracağız!”
– Filipinler: ABD’nin Küçük Kardeşi Olarak Kalmayacağız (16/09/2016 – Direnişteyiz Çeviri Ekibi)
Filipinler Dışişleri Bakanı Perfecto Yasay, ülkesinin ABD’nin küçük ‘kahverengi’ kardeşi olarak kalamayacağını söyledi.
Obama’yla Filipinler Devlet Başkanı Duterte arasında ‘o….. çocuğu’ atışması ABD’nin başkenti Washington’da bulunan Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nin (CSIS) Pasifik Forumu’nda konuşan Yasay, Filipinler’de yürütülen uyuşturucuyla mücadele operasyonunu başta ABD olmak üzere hiçbir ülkenin eleştirmesine izin vermeyeceklerini de vurguladı. Yasay, ABD’nin Filipinleri küçük ‘kahverengi’ bir kardeşi olarak görmesine müsaade edilmeyeceğini ve insan hakları konusunda kendilerine vaaz verilmesini de kabul etmediklerini dile getirdi. Yasay, ABD ile yürütülen dostane ilişkiler çerçevesinde Washington’dan karşılıklı saygı ilkesine göre hareket etmesini istediklerini kaydetti.
Filipinler’de 30 Haziran’da göreve gelen Devlet Başkanı Rodrigo Duterte’nin uyuşturucuya karşı başlattığı mücadelede uyuşturucu taciri olduğundan şüphelenilen binlerce kişi güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmalarda öldürülmüştü. Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD, geçen ay Duterte’ye bu ölümlerin durdurulması ve uluslararası insan hakları yükümlülüklerine uyulması çağrısı yapmıştı.
Daha önce ülkesini BM üyeliğinden çıkarma tehdidinde bulunan Duterte, hafta sonunda hükümetinin “bağımsız dış politika” benimseyeceğini açıklamıştı. Duterte, dün yaptığı bir konuşmada, iki yüzlü olmakla suçladığı ABD’nin askeri varlığının çatışma dolu Mindano adasındaki durumu daha da kötüleştirdiğini savunarak, “Özel kuvvetler Mindano’dan gitmeli” demişti. Beyaz Saray, Filipinler hükümetinin Mindanao’daki ABD askeri varlığına son verilmesi isteğini kendilerine resmi olarak bildirmediğini duyurmuştu.
– Küba’ya Yönelik Ambargo Bir Kez Daha Onaylandı (15/09/2016 – Direnişteyiz Çeviri Ekibi)
ABD, Küba’yla ticareti engelleyecek yasakları ve ambargoyu içeren yasayı bir yıl daha uzatma kararı aldı.
Obama’nın, geçtiğimiz dönem, Küba’yla diplomatik ilişkileri normalleştirmeye yönelik görüşmeler yapacağını vurguladığı açıklamalarına rağmen, geçtiğimiz Salı günü, “düşmanla ticaret” yasasını bir yıl daha uzatarak, Küba’ya 50 yılı aşkın süredir dayatılan ekonomik ambargo genişletildi.
Hafta başında Küba ile ABD yetkililerin karşılıklı ekonomik müzakereleri, Washington DC’de gerçekleştirilse de, görüşmeler herhangi bir karara vardırılamadı. Mekanizmanın, Küba ile ABD arasındaki karşılıklı ekonomik çıkarları analiz etmeye yönelik kurulduğu ifade edildi. İki ülke arasında oluşturulacak grupların düzenli olarak görüşeceği açıklandı. Küba delegeleri ise, ekonomik, ticari ve finansal ilişkilerde ilerleme kaydedebilmek için, Küba’yı ekonomik anlamda olumsuz etkileyen ABD’nin ambargoyu kaldırması gerektiğini ifade etti.
Ancak ABD yetkilileri ekonomik görüşmelerin, uzun vadeli planlandığını kaydetti. Geçtiğimiz gün ise, Küba’yla süregelen ekonomik ambargo ve yaptırımlar, bir kez daha onaylanarak bir yıl daha uzatıldı.
Obama ise, yasanın uzatılmasına yönelik yaptığı açıklamada, “ABD’nin ulusal çıkarlarına yönelik, Küba yetkilileriyle süregelen uygulamanın bir yıl daha uzatılmasına karar veriyorum,” şeklinde konuştu.
Ambargonun 14 Eylül 2017’ye kadar süreceği kaydedildi.
2014 yılının Aralık ayında ise, Obama, Küba’yla olan ilişkilerde normalleşmeye gidileceğini ve 50 yıldır süren husumete karşın hamle yapacağını iddia etmişti. İki ülke elçilikleri tekrar açıldı ancak ambargo ve yaptırımlar hala sürüyor.
Ancak ABD Kongresi’nin kararıyla kaldırılabilecek ekonomik ambargo, John F. Kennedy’nin kararıyla 1962 yılından beridir ve dokuz başkanlık dönemi boyunca, her yıl yenilenerek onaylandı.
Küba’nın geçtiğimiz hafta yayınladığı bir raporda ise ABD’nin uyguladığı ambargonun geçtiğimiz yıl için 4.7 milyar dolara ve geçtiğimiz 6 yıl hesaplandığında 753 milyar dolara mal olduğu ifade edildi.
Geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Genel Toplantısı’nda ise ABD’nin Küba’ya olan yaptırımları 191’e 2 oyla kınanmış; bir tek ABD ile İsrail karara karşı çıkmıştı.
– Maduro: Bağlantısızlar Hareketi Sömürgeciliğe Hayır Diyor (15/09/2016 – Direnişteyiz Çeviri Ekibi)
Venezuela’da Bağlantısızlar Hareketi’nin 17. zirvesi emperyalizme, sömürgeciliğe, ırkçılığa ve baskılara karşı savaş konusunda uluslararası düzlemde araç oldu.
Venezuela Başkanı Nicolas Maduro, Bağlantısızlar Hareketi’ni yeni sömürgeciliğe “hayır” diyecek uluslararası bir örgütlülük düzeyine dönüştürecek teklifi sunacağını ifade etti.
120 ülkenin yetkili ve temsilcilerinin katılım gösterdiği ve Margarit Adası’nda gerçekleştirilen 17. zirve, dünya barışı ve savunmasının sağlanmasına yönelik anlaşmaların görüşüldüğü bir platformu oluşturuyor.
“Barış Yolunda Birleştik” şiarıyla Venezuela Dışişleri Bakanı Delcy Rodriguez, Salı günü gerçekleştirdiği konuşmada, ülkesinin, halkların bağımsızlığı ve barışını savunacağını ifade etti. Rodriguez, “Kurtuluş, antiemperyalizm ve barış, Venezuela’da 17.si gerçekleştirilen zirvenin bayraklarıdır,” şeklinde konuştu.
İran’dan sonra Venezuela’ya başkanlığın devredildiği zirve ise önümüzdeki üç yıl boyunca Venezuela’da gerçekleştirilecek.
Afrika, Asya ve Latin Amerika’dan toplan 120 üye ülkeyle, Bağımsızlar Hareketi, uluslararası bağlamda ikinci en büyük yapı olarak 17 yıldır süregeliyor. 18 Eylül’de sonlanacak zirvede ise, devlet başkanları, dışişleri bakanları ve diğer yetkililer arasında görüşmeler gerçekleştirilecek.
– Duterte: ABD Özel Güçleri Gitmeli (13/09/2016 – Direnişteyiz Çeviri Ekibi)
Filipinler Başkanı Rodrigo Duterte bağımsız bir dış ilişkiler politikası istediğini ifade ederek ABD’nin uluslararası boyuttaki işgaline karşı çıkıyor.
Pazartesi günü ABD askeri kuvvetlerinin Jolo ve Basil adalarından çekilmesini talep eden Duterte’nin Washington’la Filipinli hükümet arasına mesafe koyması, geçtiğimiz günkü çağrısıyla bir kez daha gündeme geldi.
Yeni yetkililerle yapılan bir yemin töreninde konuşma yapılan Duterta, ABD’yle bir ihtilaf istemediğini ancak ABD’lilerin gitmesinin şart olduğunu ifade etti.
Duterte , geçtiğimiz hafta ise yaptığı açıklamalarla gündeme oturmuş; ABD emperyalizmine karşı gösterime giren tenkitinde, Filipinli birliklerini eğitmeye çalışan ABD özel güçlerinin IŞİD bağlantılı Abu Sayyaf’ın hedefi olduğunu ifade ederek, ABD’nin Filipinli askerleri öldürteceğini vurguladı ve ABD güdümlü savaşa tepkisini koydu.
Duterte, gerçekleştirilen G20 zirvesinin ardından ise, basın mensupları tarafından Obama hakkında sorulan bir soru üzerine Obama’ya küfür etmiş; hemen takibinde ABD’nin Filipinlerle gerçekleştireceği görüşmeler iptal olmuştu.
Filipinler’de 2002 yılında, Washington’un “Özgürlüğü Sürdürme Operasyonu” adı altında, yerel birlikleri eğitmek üzere asker çıkarmasının ardından olaylar ABD’li askerlerin ölümüyle sonuçlanmıştı. Operasyonun tırmandırıldığı dönemde, Jolo ve Basil adalarına 1 200 Amerikan askeri yerleştirilmişti; bu bölgelerin ise Abu Sayyaf’ın kalesi olduğu biliniyor.
Adadaki ABD birliklerin varlığının, Filipinler’deki idari değişiklere rağmen devam etmesi, “Halkın İktidarı” ayaklanmasının kıvılcımını çakmış ve ABD destekli diktatör Ferdinand Marcos’un devrilmesiyle sonuçlanmıştı. Marcos uzun bir süredir, Filipinliler için bir huzursuzluk kaynağı olmuştu.
ABD programı ise 2015’ten bu yana Filipinler tarafından reddediliyor; ancak halen küçük bir birlik, teknik ve lojistik destek için bölgede bulunduruluyor. ABD ise şimdi, güvenlik odağını Filipinlerden çekip Güney Çin Denizi’ne odaklamış durumda.
– Küba, Zika Virüsünü Yendi! (13/09/2016 – Direnişteyiz Çeviri Ekibi)
Sosyalist Küba, dünyayı sarsan bir başka virüs karşısında sosyalist sağlık sistemi sayesinde yine bir zafer kazandı.
Mart ayında ortaya çıkan ilk Zika virüsü vakasından beri, adanın her yerinde fümigasyon programını uygulamak için 9 bin asker görevlendirildi. Ülke boyunca her ev buharla dezenfekte edildi. Adada bugüne kadar sadece 3 kişi virüse yakalandı.
Amerika kıtasını sarsan Zika virüsünün, örneğin Porto Rio’da vaka sayısı 13 bin ve ABD’de etkilenen sayısı bin 600 iken, Küba’da az görülmesinin nedeni olarak ülkenin sosyalist sağlık sistemi gösteriliyor. Devlet odaklı yürütülen kampanya önleme, izleme ve karantinayı kapsıyor; ve dünyada Zika virüsünün önlenmesine ve yayılmasına karşı mücadelede en başarılı program olarak görülüyor.
Zika virüsü, Amerika kıtasında 45 ülkeye ve bölgeye sıçramış durumda.
Mikrosefaliye yol açtığı ortaya konan virüsün, bebek doğumlarında doğumdan oluşan özürlere sebebiyet verdiği, virüs bulaşmış yeni doğan bebeklerin anormal bir şekilde küçük boyutta kafaya sahip olduğu ve virüsün doğduktan sonra da bebeklerin beynine zarar vermeyi sürdürdüğü ortaya çıktı. Virüsün, yetişkin bireylerde de nörolojik hastalıklara sebep olduğu biliniyor. Ayrıca, virüsün insanın bağışıklık sisteminin kendi sinir sistemine saldırmasına neden olan Guillan-Barre sendromu ile de bağlantısı var.
– Güney Afrika: Öğrenciler Üniversite Harçlarına Yapılan Zamlara Karşı İsyanda (21.09.2016 / isyandan.org)
Üniversite harçlarındaki artışa karşı yükselen öğrenci protestoları, apartheid rejimin sona erdiği 1994’ten beri aşılamayan, siyah öğrencilerin içinde bulunduğu eşitsizliğe ve sisteme duyulan öfkeyi açığa çıkardı.[1]
Üç haftadır ülke genelinde devam eden protestolar hükümetin 2017 yılı için üniversite öğrenim harçlarına %8 oranında zam yapmayı planladığını açıklaması ile başladı. Söz konusu zammın yoksul siyah öğrencilerin üniversitelere girme ve eğitimlerini sürdürme yüzdesini daha da aşağı çekmesi bekleniyor. Geçen sene ülkeyi sarsan öğrenci protestoları nedeniyle Başkan Jacob Zuma, 2016 yılı için açıklanmış olan harç zammını geri çekmek zorunda kalmıştı.
19 Eylül Pazartesi günü Johannesburg’taki Witwatersrand Üniversitesi (Wits)’nde öğrenciler sınıfları boşalttılar ve kampüs içerisinde şarkı ve sloganlar eşliğinde dolaşarak diğer öğrencileri de parasız eğitim hakkı için eyleme çağırdılar. Eğitimi durduran öğrenciler kampüsün üç girişini de kapattılar. Daha sonra ana yönetim birimi olan Senato Binası’nda toplanan öğrenciler yaptıkları bir toplantı ile bir sonraki gün için kampüsü işgal etme kararı aldılar. Aynı gün Pretoria ve Cape Town üniversitelerinde de öğrenci protestoları vardı.
20 Eylül Salı sabahı Wits Üniversitesi’nde, merkez binaya girmeye çalışan öğrencilerle özel güvenlik arasında çatışma çıktı. Öğrenciler binaya girişlerinin güvenlik tarafından engellenmesine taş atarak karşılık verdiler. Özel güvenlik ise öğrencilere karşı ses bombası kullandı, çatışma sırasında yaralanan öğrenciler oldu. Dağılan öğrenciler daha sonra tekrar bina önünde toplandılar. Güvenliğin geri çekilmesiyle öğrenciler içeri girdi. Sabahın erken saatlerinde üniversite girişini kapatan öğrencilerden 31’i ise polis tarafından tutuklandı. Hillbrow Polis Karakolu önünde toplanan öğrenciler arkadaşlarının serbest bırakılmasını talep ettiler. Öğrencilerin aynı gün içinde salıverildiği öğrenildi. Polis öğrencilerin tekrar ana kampüse doğru yürüyüşe geçmeleri üzerine kampüs girişinin kapatılması durumunda tutuklama yapılacağı tehdidinde bulundu.
Cape Town Üniversite yönetimi ise devam eden protestoları bahane ederek Salı ve Çarşamba günü için eğitime ara verildiğini duyurdu. Salı sabahı Cape Town Üniversitesi’nde de 30 kadar öğrenci kampüs girişini kapattı. Polisin ‘barikatı kaldırın’ çağrısına ‘mahkeme emri getirin o zaman’ diye karşılık veren öğrenciler üniversite yönetiminden protestolar nedeniyle öğrencilere verilen cezaların iptal edilmesini talep ettiler.
– İrlanda: Dublin’de Binler Suyun Fiyatlandırılmasını Protesto Etti (21.09.2016 / isyandan.org)
19 Eylül Pazartesi günü binlerce kişi Dublin’de toplanarak daha önce bedava olan suyun faturalandırılmasına karşı yürüdü. Suyun ücretsiz olmasını savunan protestolar 2014 yılından beri sürüyor.
Hükümet suyun ücretlendirilmesinin takibi için bağımsız bir uzman komisyonu atanacağını duyursa da Right2Water (Su Hakkı) platformu hükümetin atayacağı kurula güvenmediklerini açıkladı. Eylemin bir bölümünde göstericiler Apple binası önünde de protesto gerçekleştirdiler. Avrupa Komisyonu geçtiğimiz Ağustos ayında İrlanda’nın Apple şirketine 13 milyar Avro değerinde haksız vergi muafiyeti tanıdığına hükmetmişti.
– Honduras Ulusal Halk Direniş Cephesi (21.09.2016 / isyandan.org)
2008 yılında Honduras’ta gerçekleştirilen meclis darbesinin sonucu oluşan yönetime karşı mücadele için Darbeye Karşı Ulusal Cephe kuruldu. Daha sonra Darbeye Karşı Ulusal Cephe içinde yer almayan toplumsal ve halkçı örgütlenmelerin de katılması ile adını değiştirerek Honduras Ulusal Halk Direnişi Cephesi (FNRP) ismini aldı.
FNRP, “İnşa et! İnşa et! Halkın İktidarını İnşa et! sloganı ile, salt kendi kaynaklarını kullanarak sokaklarda 200 günü bulan darbe karşıtı direnişi örgütledi. Onlarca militanı ölüm mangaları tarafından öldürüldü. FNRP bu direniş sırasında ülke nüfusunun çok geniş kesimlerinin örgütü olduğunu toplumsal pratik içinde ortaya koydu.
Bu mücadele döneminde ülkede toplumsal dönüşüm isteyen halk hareketlerinin, toplumsal örgütlenmelerin ve politik mücadele yürütenlerin ortak örgütlenmesi haline gelen FNRP, kendisini ideolojik ve politik olarak tüm örgütlerden bağımsız olarak tanımladı.
FNRP’nin mücadele ilkeleri:
1- Katılımcı demokrasinin inşasının kesin bir prensibi olarak Politik Formasyon
2- Ulusal, bölgesel ve yerel düzeydeki güçlere danışmayı ilke olarak kabul eden Örgütlenme
3- Halkın haklarını korumak ve savunmak için Sürekli Eylem
FNRP’nin Yapısı
Cephe’nin temeli olan halkın politik formasyonu için, FNRP organik bir şekilde yapılandırıldı.
1- Direniş Kolektifleri (Mahalle, kır toplulukları, halk örgütleri, toplumsal örgütlenmeler)
2- Direnişin Kolektif Temsilcileri olarak Belediye Meclisleri (Yürütme Organı- Belediye Direniş Koordinasyonu)
3- Sosyal ve politik güçlerin temsilcilerini içeren Sektörel Direniş Temsilcileri Ulusal Meclisi
Halk Direniş Kolektifleri (Collectives of Popular Resistance, CPR) halkın kendi somut gerçekliğinden çıkan önerilerle katılımcılığın inşa edilmesinde FNRP’nin temel hücresi olarak işlev görmektedir. Bu model ile hiç bir toplumsal kesim ayrımcılığa maruz kalmadan, ortak çıkar ve ihtiyaçlar doğrultusunda her topluluğun eşit katılımı garanti altına alınmış oluyor.
Kolektifler, Honduras’ın Yeniden Kuruluşu ve Kurucu Ulusal Meclis oluşturulması hedefi doğrultusunda, diğer halkçı ve demokratik kesimlerle birlikte çalışmanın örülmesi, iktidarın alınması ve deneyimlenmesi sorumluluğunu taşımaktadır.
CPR örgütlenmeleri temel ihtiyaçların karşılanması dışında kültürel, sanatsal, yeniden yaratım pratikleri de inşa etmektedir.
Her CPR kolektifi etkili bir yapı oluşturmak için 5 ile 20 kişiden oluşmaktadır. Kolektifler haftalık toplantılar yaparak daha doğal bir yaşam örgütlemek için politik eğitimler planlamaktadır.
FNRP yaklaşık dört yıllık mücadele ve örgütlenme deneyiminden sonra 2012 yılında seçimlerdeki gücünü görmek için Libertad ve Yeniden Kuruluş Partisi ( LİBRE)’yi kurdu.
– Brezilya Halk Cephesi (20.09.2016 / isyandan.org)
Brezilya Halkına
Brezilya ve bazı komşu ülkelerdeki ekonomik ve politik kriz, kapitalizmin uluslararası krizi, krizler zamanında yaşıyoruz. Bu kriz Brezilya halkının iş, sosyal refah, demokratik özgürlükler, ulusal egemenlik, komşu ülkelerle entegrasyon temel taleplerini ve haklarını risk altına almaktadır. Temel haklarımızı ve taleplerimizi savunmak, demokrasi ve ekonomik politikaları savunmak, bölgesel entegrasyon ve ulusal egemenliği savunmak, ülkemizdeki köklü değişimleri savunmak, ülkenin her yerinden kadın ve erkek tüm Brezilyalıların, yurttaşların, sanatçıların, entellektüellerin, inananların, halkın temsilcileri ve halkın üyeleri olarak parlamenterlerin ve hükümet görevlilerinin, politik ve doğal partilerin, sendikal hareketlerin, yerli ve maroonların, siyah kadın ve erkeklerin, LGBT bireylerin, kadın ve gençliğin katıldığı Ulusal Konferans sonucu Brezilya Halk Cephesi’nin kurulmasına karar verdik.
Amaçlarımız
- Çalışan kadın ve erkeklerin haklarını korumak, yaşam koşullarını iyileştirmek, iş, ücret, emeklilik, barınma, sağlık, eğitim, toprak ve toplu taşıma! Zenginleri korumak için bu haklarımızı elimizden alacak olan tüm önlemlere ve mali yapıya karşı mücadele edeceğiz. Adaletli gelir dağılımını hedefleyen bir kalkınma politikası üzerine odaklanacağız. Brezilya Halkı tarafında üretilen değerlerin yasal ya da yasa dışı, rüşvet ve gizli bankacılık yoluyla bir azınlığa transfer edilmesine karşı mücadele edeceğiz. Ulusal ve uluslararası mali spekülasyonlara karşı mücadele edeceğiz. Krizin faturasını zenginlerin ödemesi için zenginlerin vergilendirileceği yasaların çıkarılması için mücadele edeceğiz.
- Ülkemizin bugünü ve geleceği için alınacak kararlara halkın katılımı ve daha geniş bir demokrasi için mücadele edeceğiz. Halkın seçimler yoluyla ortaya koyduğu iradesini, demokratik özgürlükleri ve devletin laik karakterini tehdit eden parlamenter, yargı ya da medya darbelerine karşı mücadele edeceğiz. Egemen ve halkçı politik reformlar için, ülkenin politik kararlarına halkın katılımını güçlendirmek için, işçilerin, siyahların, kadınların temsil edildiklerinden emin olmak için, seçim kampanyalarını şirketlerin finanse etmesini yasaklamak ve demokrasinin para tarafından çalınmasını engellemek için mücadele edeceğiz. Toplumsal hareketlerin ve politik örgütlerin adi suçlular gibi gösterilmelerine, adaletin politize edilmesine, rüşvetçiliğe, suç oluşumun sorumluluğundan kaçınılarak kenar mahallelerin siyah ve yoksul gençliğinin yok edilmesine, homofobiye, maçoluğa, ırkçılığa yerli ve maroonları öldüren şiddete karşı mücadele edeceğiz!
- Demokratik ve halkçı bir kalkınmayı hedefleyen ulusal bir proje inşa edecek yapısal reformların geliştirilmesi: Devlet reformu, politik reform, adalet reformu, askeri polisin silahsızlandırılması ve kamu güvenliği reformu, medya ve kültürün demokratikleştirilmesi, kent reformu, toprak reformu, birleşik sağlık sisteminin genelleştirilmesi ve düzenlenmesi, eğitim reformu ve vergi reformu! Halkın bilgiye erişme hakkı olarak kitle iletişim araçlarının demokratikleştirilmesi ve halk medyasının güçlendirilmesini amaçlayan demokratik medya yasası için mücadele edeceğiz.
- Ulusal egemenliğin savunulması: Halk doğal kaynakların sahibidir ve bu kaynaklar ulusötesi şirketlere ve ortaklarına aktarılamaz!, Paylaşım Yasası, Petrobras, Bilim ve Teknoloji gelişimi, Mühendislik ve Ulusal sanayi politikalarından başlayarak enerji egemenliği için mücadele edeceğiz! Onlarsız geleceğimizin olamayacağı gıda egemenliği ve çevrenin savunulması için mücadele edeceğiz. Latin Amerika entegrasyonuna karşı olan uluslararası sermaye güçlerine karşı mücadele edeceğiz. Kendini bu platformda ifade edebilecek olan herkesi Brezilya Halk Cephesi’nin inşa edilmesine davet ediyoruz. Brezilya halkı her gece gördüğü rüyanın bu olduğunu biliyor. Zor olan bu rüyanın gerçekleşmesi için mücadele etmektir. Biliyoruz ki bu rüya birlikte bir gerçeğe dönüştürülebilir.
Rüyalarımız için birlikte mücadele edelim!!!
Yaşasın Brezilya Halk Cephesi!!!
Yaşasın Brezilya Halkı!!!
Katılımcı Örgütler
ABGLT – Brezilya Gay, Lezbiyen, Biseksüel, Travesti ve Transseksüeller Birliği
Abrasco – Brezilya Halk Sağlığı Derneği
Adere – Kır İşçileri Hareketi
A Marighella
ANA – Ulusal Eko-tarim Derneği
Demokrasi İçin Hukukçular Birliği
ANPG– Ulusal Lisans-üstü Mezunlar Birliği
Ainda MG
ATRAF (Dürüst Emekçiler Birliği)
Barão de Itararé
CBJP – Brezilya Barış ve Adalet Komisyonu
CEBES – Brezilya Sağlık Araştırmaları Merkezi
CEBRAPAZ Brezilya Barış Mücadelesi ve Dayanışma Merkezi
CMP Halk Hareketleri Merkezi
CONAM Mahalle Örgütleri Ulusal Konfederasyonu
CONAQ – Quilombo Ulusal Hareketi
CONEN Siyah Örgütleri Ulusal Konfederasyonu
Halk Danışma
CONTAG Tarım İşçileri Ulusal Konfederasyonu
CPT – Kır Toprak Komisyonu
CTB Brezilya Kadın ve Erkek İşçiler Merkezi
CUT Merkezi İşçi Birliği
ESTOPIM
FETRAF Brasil
Fora do Eixo ( Eksen Dışı)
FNDC Toplumun Demokratikleştirilmesi Ulusal Forumu
Fórum Político Interreligioso ( Politik Entegrasyon Forumu)
FEAB Brezilya Tarla Bitkileri Öğrencileri Federasyonu
Federação dos Metalúrgicos do RS Metal İşçileri Federasyonu
Fórum 21
FUP Petrol İşçileri Federasyonu
Grupo ACONTECE – LGBT Sanat ve Politika
INESC
Igrejas
INMA Çevre Ulusal enstitüsü
Juventude Revolução Devrimci Gençlik
Levante Popular da Juventude- Borçlarını Ödemeyi Reddeden Gençlik
Marcha Mundial das Mulheres Dünya Kadın Yürüyüşü
Mídia Ninja
MCP Halkçı Köylü Hareketi
MTD Hak Mücadelesindeki Kadın ve erkek İşçiler Hareketi
MLT Toprak Mücadelesi Hareketi
MMC Köylü Kadınlar Hareketi
MAB Barajlardan Etkilenen Halk Hareketi
MPA Küçük Çiftçiler Hareketi
MST Topraksız Kır İşçileri Hareketi
MOTU Kent İşçileri Hareketi
MAM Madencilikte Halk Egemenliği Cephesi İçin Ulusal Hareket
MNLCN – Sosyalizm İçin Neoliberalizme Karşı Mücadele Ulusal Hareketi
MNRC Radyo Toplulukları Ulusal Hareketi
MRSB Brezilya Sağlık reformu Hareketi
MPPB Brezilya Balıkçılar ve Balıkçılık Ulusal Hareketi
MFB Brezilya İnanç Hareketi
NHHB Brezilya Ulusak Hip Hop
Pastorais Sociais Kır Sosyalliği
RMP Popüler Medya Ağları
RENAP Halkçı Hukukçular Ulusal Ağı
Sindsesp SP
Sindieletro MG Maden Elektririkçileri Sendikası
SENGE-Rio Kamuda Çalışan Mühendisler Birliği
Sindute MG Minas Gerias Eğitim Çalışanları Sendikası
UBES Brezilya Ortaöğretim Öğrencileri Birliği
UBM Brezilya Kadınlar Birliği
UJS Sosyalist Gençlik Birliği
UNEGRO Eşitlik İçin Siyahlar Birliği
UNE Ulusal Öğrenciler Birliği
UNMP Halkçı Konut için Ulusal Birlik
Via campesina
Kaynak: http://www.frentebrasilpopular.org.br/
– Donetsk: DNR Komünist Partisi Üçüncü Olağanüstü Kongresi (20.09.2016 / isyandan.org)
Donetsk Halk Cumhuriyeti’nin (DNR) birçok şehir ve köyünün sürekli olarak Ukraynalı faşistlerce top ve havan ateşi altında bulunmasına, cumhuriyete giden yolun güvenli olmamasına rağmen korkusuz delegeler ve misafirler kongreye katıldılar. Lugansk Halk Cumhuriyeti’nden (LNR) birinci sekreter Igor Gumenyuk liderliğindeki yaklaşık 140 kişilik komünist delegasyon katılanlar arasındaydı.
KPRF (Rusya Federasyonu Komünist Partisi), Moskova şehir komitesi sekreteri ve aynı zamanda Federal Duma milletvekili olan Vladimir Rodin tarafından temsil edildi. Krasnodar Krai Sovyet Subayları Birliği, Krai şubesi başkanı korgeneral Anatoliy Topchiy tarafından, Alman komünistleri FRG Komünist Partisi sekreteri Renate Koppe tarafından temsil edildi. DNR KP’nin Makeyevka, Harcyzska, Novoazovska, Yenakiyevo, Tel’manovo’daki bütün şehir ve belediye örgütleri delegeleri bir araya geldiler. Bu, Parti zincirinin yapısı hakkında çok şey ifade etmekteydi.
ATO bölgesinde (Anti-terörist Operasyonlar Bölgesi) yer alan bölgelerden komünistler kongrede yer aldılar. Onlar geçici olarak Donetsk’de yaşamaktadırlar, fakat çalışmalarını durdurmuş değildirler. Anatoliy Hmelevoy da onlar arasındadır. Kendisi halen DNR KP’nin ikinci sekreteridir. Geçmişte KPU’nun (Ukrayna Komünist Partisi) Slavyansk şehir komitesinin birinci sekreterliğini yapmış ve Verhovna Rada’ya (Ukrayna’nın tek meclisli parlamentosu) birçok kez milletvekili olarak seçilmişti. Kiev faşizmi ile savaş her şeyi alt üst etti. Anatoliy Petrovich, mesai arkadaşlarının tersine, (etnik anlamda) Rus Baharı’na, bağımsız Donbass savunucularına desteğini derhal sunmuş, referanduma katılmış, kiltaşı gazı karşıtı hareketin aktivisti olmuş, Kırım senaryosunu takiben Donbass’ın Rusya Federasyonu’na katılmasını hedeflemiştir. Fakat Rusya, Hmelevoy’un tahminlerine göre, batılı toplumların öfkesinden korkmuş ve Donbass’ın arasına katılmasına izin vermemiştir. Ukraynalı faşistler DNR’ye karşı savaşa giriştiğinde A. Hmelevoy, Slavyansk’ı, Strelkov bağımsız bölgesi içinden savunmuştur. “Sıcaktı” diye hatırlıyor Anatoliy Petrovich. Pekala, şimdi daha kolay değil, özellikle siz adanmış ilkeli bir komünist iseniz.
Acil durumu konuşmak için toplanan kongrede gündem tam olarak buydu. Komünistler, DNR Halk Sovyeti’nin milletvekilleri, Boris Litvinov ve Nikolay Ragozin de kongrede yer aldılar.
Haziran’ın başında, herhangi bir suçlama ya da yargılama olmaksızın “güven kaybına bağlı olarak” diye yapılan bir formülasyonla komünistler B. Litvinov ve N. Ragozin milletvekilliği görevlerinden alındılar. Halk Sovyeti sözcüsü Denis Pushilin bu konuda ısrarcı olmuştu. Kendisi aynı zamanda Minsk görüşmelerinde üç taraflı komisyonda DNR temsilcisidir.
Armed pro-Russian separatists of the self-proclaimed Donetsk People’s Republic pledge an oath during a ceremony in the city of Donetsk. Ukrainian President Petro Poroshenko on Friday ordered a seven-day ceasefire in the fight against pro-Russian separatists, but also warned them they could face death if they did not use the time to put down their guns. (Shamil Zhumatov/Reuters)
“Sinik bir şekilde hukuk dışıydı” diye vurguluyor B. Litvinov, “her şey birkaç dakika içinde suçlama ve yargılama olmaksızın gerçekleşti”. Pushilin’in kafasındaki “güven kaybı”nın dışında komünistlere herhangi bir şikayet sunulmadı. Fakat kendilerini Pushilin’e teslim eden 68 milletvekili oy birliği ile komünistlerin parlamentodan atılmasını desteklediler.
Halk Sovyeti’ne komünistleri seçen halktır ve sadece halk onları bu haktan mahrum edebilir. Bu yasa her ülkede yürürlüktedir. Sadece bir suç işleyenler milletvekilliği görevinden parlamentonun kararı ile alınabilirler. Litvinov ve Ragozin kötü herhangi bir şey yapmamışlardı. Pekala, düşüncelerinin sık sık Pushilin’inkilerle çatışmalı olması dışında. Örneğin, komünistler Andrey Purgin’in Halk Sovyeti başkanlığından alınmasının oylanmasını reddetmişlerdi. Puslihin bu konuda ısrar etmiş ve daha sonra boşalan yeri kendisi almıştı. Litvinov’un işaret ettiği gibi Purgin hakkındaki karar “yasal bir çerçeveye uymamaktaydı”. Fakat milletvekillerinden “Halk Sovyeti kurallarından bir seferlik uzaklaşmayı içeren” ve kazuistik düzenlemeler olarak tanımlanan önerilerin oy birliği ile hayata geçirilmesi istendi. Şu halde “uzaklaşma”, ne için gerekliydi?
Sözcü yardımcısı sözcü olsun diye mi? Herkes “bir seferlik uzaklaşmadan” sonra 2, 3, 4, ….’n geleceğini anlamıştı.
Küçük düşürmenin ardından Purgin Sovyet’e geri dönmedi. Bu yasayı iğdiş etmenin bir sonucudur.
Bu arada fırtına bulutları komünistler üzerinde toplandı. Lenin’in doğum gününde liderin anıtının önüne çiçekler koymalarına ve toplantı organize etmelerine izin verilmedi; 1 Mayıs’ta, 9 Mayıs’ta, 11 Mayıs’ta (DNR’nin bağımsızlık günü) kızıl bayraklar altında yürümelerine, toplantılarda konuşmalarına izin verilmedi. Tabii ki komünistler buna rağmen ağırlıklarını koydular ve kızıl bayraklarını başlarının üzerinde sallandırdılar. Fakat Donbass sakinleri beklenmedik bir anda, havadaki barut kokusunun yanı sıra komünizm karşıtlığının kokusunu da aldılar.
Halk Sovyeti’nde komünistler ağır alkol ve tütün endüstrisi yasa tasarılarında iş çevrelerinin savunucuları ile karşı karşıya geldiler. Komünistler alkol ve tütün üretiminde hükümetin tekelini savunurken Pushilin ve destekçileri üretimin % 50’sinin hükümet, % 50’sinin özel sektör tarafından yapılmasını savundu. İkinci öneri kabul edildi. Komünistler böylesi bir yasa aleyhine konuştular. Bunun ardından Litvinov ve Ragozin Halk Sovyeti’nden atıldılar ve bunun da ötesinde DNR’de, partilerin olmaması, sadece Özgür Donbas ve Donetsk Cumhuriyeti sosyal hareketinin bulunması gerektiği konusunda uyarı aldılar.
Donbass’a yardımları için KPRF’ye övgüler düzen Pushilin ile görüşmede DNR KP’deki komünistlerin başına gelenler ve KP’nin yasal varlığına yönelik yasakların nasıl yorumlanacağını kendisine sorduk. Pushilin Minsk anlaşmaları ile bağlantılı bir çeşit “politik arka plan”a atıfta bulundu: “Herhangi bir politik partinin olmamasına karar verdik, sadece Özgür Donbass ve Donetsk Cumhuriyeti parlamentosunda temsil edilen sosyal hareketler olacak. Donetsk Cumhuriyeti sosyo politik bir güç olarak hükümette bulunacak. Ayrıca bir “sol kanat” bulunmaktadır –Sergey Prokopenko, SKP-KPSS (Komünist Partiler Birliği-Sovyetler Birliği Komünist Partisi) temsilcisi ve Sol Güçler Birliği’nden Vladimir Bidevka. Eğer Komünist Parti kendi başına bulunacaksa o zaman bu Minsk anlaşmalarının ihlali olur. Biz orada (Minsk’te) politik partilerimizin olmayacağı ve çoğulcu seçim sistemine sahip olacağımız konusunda ısrarlı bir tutum takınıyoruz.”
Biz kişisel olarak Kuchma’dan hoşnut kalmadık: ne sebeple, bizim partilerimiz yok. Orada Komünist olan bir tane var, yani aynı zamanda Petro Proshenko Bloku, Sağ Kanat ve diğerleri de. Pushilin’in savları bize tartışılır olmanın da ötesinde geldi. Öncelikle Minsk görüşmelerinde yer alan bütün ülkelerin partileri, blokları ve diğer politik ve sosyal birlikleri var. İkinci olarak, Donetsk Cumhuriyeti hareketi (bazı nedenlerle “Halkların” ibaresi artık bu isimde yer almıyor), gerçekleştirdiği fonksiyonlar nedeniyle, bir hareket olmaktan çok iktidardaki bir partiye benziyor. Ve üçüncü olarak, silahlı direniş ve DNR’nin abluka altında olması koşullarında Komünist Parti gerekli olan birleştirici bir güçtür. Pushilin aynı zamanda Moskova’nın, komünistlerin kesilip atılması isteğine de işaret etti. Fakat Moskova uzak Donbass halkı yakındır. Ve komünistlerin başarıları hem cumhuriyetin kuruluşunda hem de insanların bir araya getirilmesinde tartışmasızdır.
DNR’nin savunulmasında komünistler çok önemli katkılarda bulunmuştur. Halk Sovyeti’nde DNR KP’den üç milletvekili bulunmalıdır. Şu anda onlardan biri, Donetsk milislerinin en büyük bileşenlerinden birinin komutanı Vadim Yakovlevich Zaybert, Debal’cevo’da hayatını kaybetmiştir. Ölümünden sonra yasa gereği, Komünist Parti’nin onun yetkisini bir başka komüniste vermesi gerekmektedir. Ancak bu kabul edilmemiştir. Açıkça politik ayrımcılık yapılmaktadır.
“Milletvekilleri ve kongrenin misafirleri yakın zamanda komünistlerle ilgili olarak meydana gelen olayları ve DNR KP’ye yönelik olası yasağı tartıştı. Herkes bir ağızdan Litvinov ve Ragozin’nin milletvekilliği yetkilerinin yeniden verilmesi mücadelesi lehine konuştu. Konuşulanlar arasında DNR komünistlerinin parlamenter yetkilerinin yasadışı bir şekilde alınmasına karşı DNR mahkemesinde dava açılması da vardı. Ve DNR KP’nin yasaklanmasına yönelik herhangi bir girişimin reddedilmesi. Komünistler şimdi, cumhuriyetin politik yaşamından neden atılmak istendiklerini anlıyorlar. Komünistlerin önünde mülkiyet sorununun çözümü bulunmaktadır –özel ya da kamusal.
Moskova delegasyonumuz, DNR’de birlikte toplumsal faaliyetlere katıldıkları yaklaşık 50 kişiyi gözlemlemiştir: onlar nasıl bir mülkiyet tercih etmektedirler? Hepsi belirsiz bir şekilde devlet mülkiyeti lehine yanıt vermiştir. Özel mülkiyet küçük dükkanlar, atölyeler, berberler, kantinler ve kafeler için anlam ifade etmektedir. Bununla birlikte fabrikalar, madenler, yollar –taşımacılığın ana birimleri- özel olarak devlet idaresi altında bulunmalıdır. Geçen 25 yılda insanlar kişisel zenginleşmenin biçim ve yöntemlerini hayata geçiren “kabiliyetli” özel mülk sahiplerinden yorgun durumdadır. Onlar zenginleşirken halk, ülke bozulmuştur.
Halk sosyalizmin, komünistlerin yanındadır ve kategorik olarak kapitalizme karşıdır. Bunun da ötesinde aynı bakış açısı DNR başkanı Alexandr Zaharchenko tarafından da defalarca tekrar edilmiştir.
Fakat hükümette, yarı savaş benzeri düzensizlik koşulları içinde, mümkün olduğu kadar fazla güç ve zenginlik kapmak isteyen dizginlenemez istifçiler bulunmaktadır. DNR KP’nin tam olarak savaştığı bu kişilerdir.
… DNR’nin sıcak noktalarından alarm verici raporlar gelmektedir. Donetsk, Gorlovka, Yasinovataya, Dokuchayevska banliyöleri, Shanka köyü, Kominternovo, Leninskoye, Novaya Maryevka Ukrayna top ve havanları tarafından günlük olarak bombalanmaktadır. 17-18 Temmuz gecesinde 150’den fazla mayın ve düzinelerce top mermisi DNR yerleşkelerine atılmıştır. Yaralılar ve çok sayıda yıkım bulunmaktadır.
Cumhuriyetin sakinleri kolay bir hayat sürmemektedir. Ortam sakinleştiğinde bodrumlarından ve geçici sığınaklarından dışarı çıkıp, yeniden ve yeniden harabeleri kazarak evlerini onaran, tarlalarda çalışan ve aydınlık yarınlara inanan insanların azmi takdire şayandır. İnsanlar güçlük çekmektedir. Fakat olumlu değişimler ve politikacıların makul kararlarını beklemek ve umut etmek için durmamaktadırlar.
Komünistlerin esas görevi politikacıları, halk için gerekli olan yol ve yöntemlere yöneltmektir. Cumhuriyeti yol gösterici güçlerden “arındırmak” için acele edenler ciddi şüpheler uyandırmaktadır. Bizim önemli ve kesin biçimde uğraşmamız gereken kişiler onlardır.”
– Ekvadorlu İşçilerin, Yerlilerin ve Toplumsal Hareketlerin ULUSAL MERKEZİ KOLEKTİFİ (20.09.2016 / isyandan.org)
Bir kaç yıldır ülkeyi saran ekonomik, sosyal, politik ve ahlaki kriz giderek daha da kötüleşmektedir. Ekonomik olarak aktif nüfusun % 50’den fazlasının işsiz olması, üç milyondan fazla insanın yoksulluk sınırının altında yaşaması, Ekvador halkının temel haklarından yoksun olması, doğal kaynakların tükenmesi, hükümetle ilişkili kişilerin ya da hükümet görevlilerinin rüşvet ve yolsuzluklarındaki artış, protesto hakkının kriminalize edilmesi, eylemcileri ve yurtseverleri hedef alan cinayetlerin aydınlatılmaması, Meclis, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu, Ulusal Katılım Kurulu, Sayıştay gibi devlet fonksiyonlarına ve denetleme kurumlarına hükümetin yasadışı müdahalesi, ülke ekonomisinin ulusal ve uluslararası girişimcilere özellikle de Çinli şirket, banka ve mali kurumlara peşkeş çekilmesi, demokrasinin ortadan kaldırılması, kişisel ve kolektif ifade özgürlüğünün sürekli ihlal edilmesi krizin derinleştiğinin kanıtları olarak önümüzde durmaktadırlar.
Correa iktidarda kalmak için anayasayı ihlal etme, devlet kaynaklarını ahlaksızca kullanma, müsriflik, intikamcılık, yalan propaganda yapmak için kitle iletişim araçlarını ele geçirme gibi yöntemler de dahil her şeyi göze almış durumdadır.
Bu koşullarda Ekvadorlu İşçiler, Yerliler ve Toplumsal Hareketler Ulusal Merkezi Kolektifi olarak halkın, ulusun ve temsil ettiğimiz toplumsal kesimlerin taleplerini savunmak için mücadele edeceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz. Tüm Ekvador Halkını aşağıda ifade ettiğimiz gerçekleri birlikte başarmak için bilinçli ve aktif mücadeleye davet ediyoruz.
Cumhuriyet Anayasasının tamamıyla gözden geçirilmesi, örgütlenme özgürlüğü, toplu sözleşme, grev hakkı, güvenceli çalışma ve ücretlerin artırılması, rejimin işçi, öğretmen, yerli, köylü, gazeteci, emekli, yaşlı genel olarak tüm toplumsal kesimlerin ve halkın haklarına ve onuruna saygı duyması,
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini, ILO Sözleşmelerini ve anayasamızı ihlal eden 0016, 813, 1701 ve 225 nolu kanunların, iş yasasının ve ev emeği yasasının iptal edilmesi,
Gıda egemenliğinin sağlanması ve tarım reformunun gerçekleşmesi için Organik Tarımın Yasalaşması, toprağın yoksul köylüler lehine yeniden dağıtılması, köylüye devlet garantisi ile uzun dönemli geri ödemeli kredi verilmesi, çevre koruması ve teknik yardım verilmesi, köylüler tarafında örgütlenen halk pazarları ağının kurulması için destek sağlanması,
Bilişim suçları, su, eğitim, insan haklarını koruma, seçme ve seçilme özgürlüğü yasalarının düzenlenmesi, suyun çok uluslu tekeller ve özelleştirmelerden muaf tutularak tüm yurttaşların kullanımına sunulması, ücretsiz bilimsel eğitim, çok uluslu ve çok kültürlü bir devlet, herkesin gelir, kariyer ve özgür seçim haklarına dayandığından emin olmak için;
Cumhuriyet Anayasasında söylendiği gibi Sosyal Güvenlik Sistemine evde çalışanlar, bağımsız, ve özerk çalışanlar dahil olmalı, herkes devlet katkısıyla evrensel sosyal güvenlik normları ile sigortalanmalıdır. İşçiler, işverenler ve devlet yetkililerinden oluşan IESS yönetimi devlet borçlarının acilen ödenmesinden sorumludur.
IESS’nin emekliler ve yaşlıların bakımı, sağlık hizmeti ve doğal felaketler için devletten aldığı % 40’lık katkı payı acilen güncellenmelidir. Bu çalışanların emekli olduğu zaman düzenli gelirleri olması ve daha iyi hayat şartlarına sahip olmaları anlamına gelmektedir.
Emeklilik ve kıdem tazminatı fonlarının yönetiminin öğretmenlere, gerçek sahiplerine geri verilmesi için,
İşsizliği düşürecek politikaların hayata geçirilmesi için,
Hükümetin gaz teşviklerini devam ettirmesinin talep edilmesi, elektrikli fırın kullanmaya zorlanmamıza karşı halkın seçim hakkına saygı duyulmasının talep edilmesi,
Toplu taşıma ücretleri zamlarının reddedilmesi, toplu taşıma teşviklerinin korunması için hükümete baskı yapılması, sorumsuz borçlanmaya dayalı eski ekonomi pratiğinin terk edilmesi,
Bosco Wisuma, Freddy Taish, José Tendetza and General Jorge Gabela cinayetlerinin acilen aydınlatılması,
Toplumsal mücadelenin bastırılması, soruşturulması ve kriminilaze edilmesinin derhal durdurulması
CONAIE’nin yasallaşmasının ivedilikle gerçekleştirilmesi için mücadele.
Yaşasın Kent ve Kır İşçileri Mücadelesi
Yaşasın Özgürlük, Adalet, Demokrasi ve Ahlak
Yaşasın Birlik
Katılımcı Örgütler:
colectivo
CTE Ekvador İşçi Konfederasyonu
CONAIE Ekvador Yerli Uluslar Konfederasyonu
CEOSL Ekvador Özgür Sendika Örgütleri Konfederasyonu
CEDOCUT Ekvador İşçileri Merkezi Sınıf Örgütleri Konfederasyonu
UGTE Ekvador Genel İşçi Sendikaları
ECUARUNARI Ekvador Yerlileri Hareketi
POPULAR FRONT Ekvador Halk Cephesi
FETMYP Ekvador İl ve Belediye İşçileri Federasyonu
FENOCOPRE Ekvador İl Meclisleri İşçileri Ulusal Federasyonu
FME Ekvador Tıp Çalışanları Federasyonu
UNE Ekvador Eğitim Emekçileri Federasyonu
PERMANANTE JUBİLADOS Ekvador Emekliler Federasyonu
– Almanya’da TTIP ve CETA karşıtı kitlesel eylemler (19.09.2016 / isyandan.org)
TTIP ve CETA, Almanya’nın 7 büyük kentinde, on binlerce kişinin katıldığı gösterilerle protesto edildi.
17 Eylül Cumartesi günü, Frankfurt, Köln, Stuttgart başta olmak üzere Almanya’nın 7 büyük kentinde, TTIP ve CETA karşıtı, on binlerce kişinin katıldığı kitlesel gösteriler gerçekleştirildi.
AB ile ABD ve Kanada arasında imzalanma aşamasına gelen TTIP ve CETA adlı serbest ticaret anlaşmaları işçi ve emekçiler aleyhine oldukça ciddi maddeler içermekte. Bu anlaşmalar yoluyla halihazırda zaten tüm dünyada at oynatan uluslararası kapitalist tekellerin önündeki son ulusal ve hukuksal engeller de kaldırılacak. Böylece her türlü sömürü ve yağmanın önü sınırsızca açılmış olacak.
Almanya’da söz konusu anlaşmaların yaratacağı ciddi sonuçların farkında olan çeşitli devrimci, demokratik ve ilerici güçler uzunca bir süredir anlaşmalar karşıtı bir faaliyet yürütüyorlar.
Tüketici ve çevre dernekleri, sendikalar, kiliseler, Sol Parti, Attac, Compakt, Yeşiller ile birçok yerli ve göçmen sol gücün oluşturduğu birlik tarafından 17 Eylül Cumartesi günü 7 büyük kentte kitlesel eylemler gerçekleştirildi.
Frankfurt’taki eyleme işçiler, köylüler, memurlar, esnaflar, öğrenciler vb. çok çeşitli toplumsal kesimden insanlar katıldı. Gençlerin yanı sıra, orta yaş ve üstü insanların katılımı dikkat çekti.
Köln’de mitinge olduğu gibi, yürüyüşe de büyük ilgi vardı. Katılımcıların tamamına yakınını yerli işçi, emekçi ve gençler oluşturdu. Göçmen işçi ve emekçilerin katılımı çok zayıftı ve bu çok dikkati çekti.
Stuttgart’ta düzenlenen eyleme 40 binden fazla kişi katıldı. Saat 12.00’de başlayan eylem saat 16.00’ya kadar sürdü. Kent merkezinin etrafında yapılan yürüyüş, eylemin başlangıç noktası olan merkez istasyonu önünde yapılan dev mitingle sona erdi. TTIP ve CETA karşıtı eylem Stuttgart’ta yapılan son yılların en büyük eylemlerinden biri oldu. Eylemlere her yaştan geniş bir katılım gerçekleşti.
Faşist AfD (Almanya İçin Alternatif) partisinin ve faşist bireylerin eylemlerde yer alma sahtekarlığı eylem komitesinin reddetmesiyle boşa çıkartıldı. “Bizler dayanışma ve çok renkli bir dünya için buluşuyoruz. Burada ırkçılara yer yoktur” denilerek faşistlerin manevrasının önü kesildi.
– Yunanistan: Pavlos Fyssas Anması ve Antifaşistlerin Polisle Çatışması (19.09.2016 / isyandan.org)
Cumartesi günü Atina’da düzenlenen sokak gösterilerinde yüzlerce antifaşist, devlet otoritesini ve zulmünü müziğiyle reddeden, özgür bir dünya düşüncesinde olan rap müzik sanatçısı Pavlos Fyssas’ın üç yıl önce faşistler tarafından bıçaklanarak öldürülmesini protesto ettiler.
Killah P müzik grubunu kuran Fyssas, 2013 Eylül’ünde Atina’nın Pire bölgesinde Faşist Altın Şafak partisi üyesi Giorgos Roupakias tarafından bıçaklanarak öldürülmüştü. Roupakias’ın evinde faşist ve neo-Nazilere özgü sembol ve materyaller bulunmuş, sorgulama sırasında Pavlos’u öldürdüğünü itiraf etmişti. Sonrasında ise bu cinayet Yunanistan’daki protestoları ve isyanları ateşlemişti.
Anti-faşizmin ulusal sembolü haline gelen Fyssas için onun anısına yaptırılan anıt önünde ailesi ve arkadaşları tarafından bir tören düzenlenirken, Selanik’te kitle örgütleri yürüyüş yaptılar.
Eyleme katılan 24 Yaşındaki bir protestocu, Dimitris Kalamopoulos, “Fyssas cinayetine katılan Altın Şafak’ın neo-Nazileri henüz hapiste değiller” diyerek duyduğu hayal kırıklığını dile getirirken, “Onların hala bizim mahallelerimizde, aramızda yürüyor olmalarından rahatsızız ancak bizim asıl derdimiz Altın Şafak destekçileri hakkında hiçbir şey yapmayan hükümetle” dedi.
Başka bir protestocu, Pantelis Panagiotakopoulos ise Cumartesi günkü protestonun son derece önemli olduğunu belirterek, “Yunanistan’da Altın Şafak’ı yok etmek ve aynı zamanda Avrupa’ya bir mesaj göndermek için burada olmak çok önemli” dedi.
İktidar partisi Syriza da bir açıklama yaparak “Bu suç çetesinden başka bir şey değil, bu trajedi toplumun neo-Nazi Amancer Dorado’ya nefretini ortaya koymuştur” dedi.
Atina, Pire’de düzenlenen gösterilerde ise antifacılar çöp konteynerlerini ateşe vererek yola barikat kurdular ve polisle çatıştılar.
Parlemento’da 3. Büyük parti olan faşist Altın Şafak’ın 68 üyesi bir dizi cinayet ve sayısız diğer suçlardan suçlanıyorlar.
– Hindistan Komünist Partisi (Maoist)’in Kuruluş Yıldönümü İle İlgili Açıklaması (19.09.2016 / isyandan.org)
Hindistan Komünist Partisi (Maoist) Doğu Bölgesi Komitesi yaptığı basın açıklamasıyla, tüm halkı partinin kuruluşunun 12’inci yıl dönümü olan 21 Eylül’ü kutlamaya çağırdı ve devletin partiye karşı yürüttüğü acımasız savaşa karşın partinin halk arasındaki desteğinin güçlendiğine dikkat çekti.
Yapılan basın açıklamasında, halkın küçük bir azınlık tarafından sömürülmesine karşı partinin yürüttüğü silahlı mücadele için destek çağrısı yapıldı. Parti Komitesi ayrıca Polis Bölge Amiri ile Özel Görev Amiri A. Babujee’nin, partinin Andhra Pradeş kabilelerinden Girijanlar tarafından desteklenmediğine dair iddialarına da değindi. Yapılan basın açıklamasında Girijanlar’ın tüm polis baskısına ve engellemelerine karşın Hindistan Komünist Partisi (Maoist)’ni destekledikleri, hatta partinin liderlerinden Kudumula Venkata Ramana (Ravi)’nin cenazesi için para dahi topladıkları ifade edildi. Parti ayrıca Balapam halkının gıda ve ekinleri için gübre almaya çalıştığında karne uygulamasına zorlandığını da belirtti.
Bu arada Partinin Andhra – Orissa sınır bölge komitesi sözcüsü Jaganabandhu yaptığı basın açıklamasında, partinin Hindistan hükümetine karşı direnen Keşmir halk hareketini desteklediğini ifade etti. Açıklamada Keşmir’deki direnişçilerin ‘halkın kalkışmasını militan mücadele ile harmanladıkları ve ortaya koydukları cesur savaşla örnek teşkil ettikleri’ vurgulandı. Parti yaptığı açıklamada hükümetten, Burhan Wani’nin öldürülmesinde rol alan askerlerle ilgili harekete geçmesini, halkın isteği doğrultusunda referandumu kabul etmesini ve Hurriyat liderlerinin ev hapsinin kaldırılmasını talep etti.
– Ekvador: Sağ Yükselirken Correa Devrimci-Toplumsal Harekete Saldırıyor (16.09.2016 / isyandan.org)
2000 ile 2005 yılları arasında Ekvador’u sarsan ekonomik, politik ve sosyal krizin tetiklediği halk ayaklanmaları sonucu neoliberal politikalar uygulamakta ısrar eden üç hükümet devrildi.
2000’lerde art arda gelen kitle ayaklanmaları ve toplumsal mücadeleler sonucu 2007 yılında, iktidara gelen Rafael Correa’nın Alianza Pais [1] (Ülke İttifakı), “Yurttaş Devrimi” programı ile ezilen yoksul kesimlerin lehine uygulamalar getirerek önemli bir toplumsal destek sağladı.
2010 yılında baskentte havaalanını, meclisi ve ana otobanları işgal eden polis merkezli bir darbe girişimini Correa hükümeti ve devrimci toplumsal muhalefet başarı ile püskürttü.
2014 yılına gelindiğinde ise Ekvador Halk Hareketi’nin içinde olduğu Halk Cephesi (Frente Popular, FP), Birleşik İşçi Cephesi (Frente Unitario de Trabajadores, FUT) ve yerli örgütü CONAIE’nin örgütlediği halk direnişleri ortaya çıktı. Bu birlikteliğin geçmişi ülke tarihinde 1980’lerde FUT, FP, CONAIE ve CNT’nin örgütlediği asgari ücretin artırılması ve fiyatların dondurulması için yapılan genel greve kadar uzanmaktadır.
2014’te kurulan işçilerin, yerlilerin ve sosyal hareketlerin Ekvador Ulusal Merkezi Kolektifi’nde CEOLS, CEDOC CUT, UGTE, Halk Cephesi isimli sendikalar, yerli örgütü CONAIE, gençlik ve öğrenci örgütleri FESE, FEUE, FEUNASSC; mahalle örgütleri CUBE, esnaf örgütü CUOMITAE ve bazı bölgesel örgütlenmeler bulunuyor. Halk Birliği gibi siyasi partiler de kolektifin eylemlerini destekliyor.
2015 yılında petrol fiyatlarının düşmesi ile birlikte sosyal programlarda kesintiler başladı.
Ağustos ayında Correa hükümeti bütçe açıklarını kapatmak için yeni vergi yasasını çıkarmak isteyince kendisini hükümet yapan tarihsel bloğun içindeki sol kanadın kopuşu hızlandı. 12 Haziran’da ülkenin en önemli turizm merkezlerinden biri olan Galapagos Adaları’nda, yapılan kesintileri protesto için genel greve gidildi.
Yerli hareketi CONAIE, Correa’yı neoliberal programa yaklaşmakla eleştirip desteğini çekti. Buna Correa hükümeti, CONAIE’yi merkez binasından çıkararak cevap verdi. Hükümetin halk lehine olan politikaları terk etmesine karşı çıkan halk güçleri devasa protesto gösterileri düzenlediler. 13 Ağustos’ta Rafael Correa hükümetine karşı Yerli Örgütleri ve İşçi Sendikaları tarafından yapılan ulusal grev çağrısıyla yüzbinlerce insan Quito ve ülkenin diğer bölgelerinde sokağa çıktı. 13 Ağustos’tan sonra düzenlenen ve bir ay kadar süren büyük protestolar Ekvador’u kasıp kavurdu. Bu gösterilere katılmak isteyen sağcı muhalefet gösterilerden atıldı.
Correa hükümeti baskıyı artırmayı sürdürdü. Ekvador Marxist Leninist Komünist Partisi’ne yakın yasal parti Ekvador Halk Hareketi’nin önce seçimlere katılması engellendi, sonra da kapatıldı. Ekvador Halk Hareketi üyeleri, belediye başkanları terörist suçlamasıyla tutuklanmaya başladı. Buna karşılık Ekvador Halk Hareketi üyeleri de yeni bir siyasi oluşum olan Halkın Birliği’ni kurdu.
Hükümet, giriş sınavsız, ücretsiz üniversiteyi öngören anayasanın uygulanması için mücadele eden ve ülkenin direniş tarihinde önemli rolü bulunan üniversite öğrencileri örgütü FEUE’nin başkanını, katıldığı öğrenci eylemi nedeniyle “terör” suçundan 1 yıl hapis cezasına çarptırdı, lise öğrenci liderlerini de tutuklattı.
En son eğitim iş kolunda örgütlenmiş olan Eğitim Emekçileri Sendikası’nın (UNE) kapatılması Correa hükümetinin devrimci toplumsal muhalefete yönelik devam eden saldırılarına eklendi.
Correa, hükümete muhalif yerli örgütlerini “bölücülükle ve devlet içinde devlet kurmakla” suçladı, muhalif sendika ve öğrenci örgütlerine karşı kendi sendika ve örgütlerini kurdu, belediye başkanlarını görevden aldı, çok sayıda yerli lideri, siyasetçi ve öğrenciyi de “sabotaj, terörizm” gibi iddialarla tutuklattı.
Correa, devrimci- sosyalist muhalefeti susturmaya çalışırken geleneksel sağ partiler ise güçleniyor. 2013 yılında yapılan yerel seçimlerde sağcı muhalefet başkent dahil ülkenin 10 büyük şehrinde belediye başkanlıklarını kazandı.
– Nijer Deltası İntikamcıları: Bizler Atlantik’in Büyük Beyaz Köpekbalıklarıyız (16.09.2016 / isyandan.org)
Nijer Deltası İntikamcıları (NDA) Yüksek Komutası ve NDA’nın tüm kadroları olarak, tüm ailelere ve Nijerya Federal Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri’nin başkomutanı başkan Muhammadu Buhari’ye, ”Timsah Gülümsemesi” kod adlı askeri operasyonda ölen askerler için başsağlığı diliyoruz. Bayelsa’da 4 iyi askerin ve operasyonun ilk dört gününde Delta Eyaleti’ndeki Ethiope Nehri boyunca süren çatışmalarda da (önce örtbas edilmeye çalışılan)16 askerin ölümü, cinayetten başka bir şey değildir. Tüm bu asker ölümleri; hükümetin umarsızlığı, idari açgözlülüğü ve Nijer Deltası ve Abuja’daki (bizim defalarca ”savaş tüccarları” olarak adlandırdığımız) Yüksek kademe APC siyasetçilerinin çıkarları için ordu içinde inşa edilen yozlaşmanın bir sonucudur.
Bay Başkan, senin güvenlik aygıtının başındaki iki adamının savunma bakanına böbürlenerek ”başkan biz ne desek dinler” demesi, Nijer Deltası’nda bitmek bilmez güvenlik operasyonlarının tertip edilmesinin ne tür kaygı verici bir boyuta ulaştığını gözler önüne seriyor. Artık onların ceplerini doldurma zamanının geldiğine ve bölgede güvensiz bir ortam yaratmak adına senin onlara para temin etmeye yanaşacağına ilişkin saygı değer savunma bakanını ikna ettiler.
Tam da çatışmalar durulmuşken ve barış görüşmeleri aşamasına gelmişken bu askeri kudret gösterisinin ve konuşlanmanın zamanlaması, stratejisi ve amaçlarına karşı uyarıda bulunmuştuk. Ama Nijerya ordusunun en üst hiyerarşisini yöneten senin ordu kuvvetleri komutanın korgeneral Tukur Buratai kendi parasal çıkarlarının yanı sıra barış süreçlerine çaresiz bir şekilde ve sürekli ket vurma arayışındaki Akpakpa- AJUDAIBO CHAMPAGNE’nin istihbarat başkanının çıkarları için de hareket etmekteydi.
Bizim nasihatımız şudur: Her insanın hayatı önem arzeder. Neden Nijer Deltası’nı işgal etmek için yalnızca 4 ila 14 gün sürecek olan bir askeri operasyon için 2.000 kadar askeri personeli ölüme yolluyorsunuz, hem de Nijer’in büyükleri ve menfaat sahipleri sizin barış görüşmelerine ilişkin cevabınızı beklerken? Atalarımızın herhangi bir askeri eğitime sahip olmaksızın Nijerya İç Savaşı süresince gösterdiği kahramanca mücadeleyi unuttunuz mu? Yoksa unutkanlığınızın nedeni atalarımızın gönüllü olması ve zaferin onların yerine yarbay Benjamin Adekunle ve Olusegun Obasanjo’ya bahşedilmesinden dolayı mıdır? Bay Başkan, sen o mukadder savaşta yer almış biri olarak, onca başarısızlığın ardından, amfibi[1]savaşın zaferi, gönüllü Ijaw savaşçılarının oluşturduğu ve korgeneral Isaac Jasper Adaka Boro komutanlığındaki 3. Deniz Piyade Komando Birliklerinin (3MCDOS) sayesinde gerçekleşmiştir. Nijerya’nın birliğine katkıda bulunmadan önce, Ijaw savaşçıları herhangi bir resmi askeri eğitime sahip değillerdi, ama yine de başarılı oldular çünkü amfibik yaşam, onların doğasından gelen bir şeydi.
Bay başkan, gerçeği söylemek gerekirse, iş deniz savaşlarına geldi mi bizler Atlantik’in büyük beyaz köpekbalıklarıyız! ”Timsah Gülümsemesi Operasyonu”, ordunun en üst hiyerarşik katmanı tarafından gerçekleştirilen ve ironik bir şekilde yüzeyin iki kulaç derinine değin ulaşamayacak bir operasyondur. Bu operasyonun gerçekleştirilme nedeni Nijer Deltası’nda sükuneti sağlamaya yönelik senin hükümetinden gelebilecek her türlü eğilimi baltalamak ve yıllık güvenlik bütçeni tüketmektir, tabii ki Nijer Deltası’ndaki barış meselesine dair sen de farklı düşünmüyorsan.
Biz Ijawlar ve Nijer Deltası halkı hatırlanamayacak denli eski zamanlardan beridir buradayız., Tanrı vergisi kaynaklarımıza el koymaya yeltenen Portekizlilerden İngilizlere, her türlü müdahaleye karşı direndik. Biz, silahlarımız ve mühimmatımız olmadan dahi direnişi devam ettirmeye hazırız.
Bay başkan, senden şu anda sürmekte olan ”Timsah Gülümsemesi Operasyonu”na yol açan tüm süreçleri ve 20 askerin ölümüne yol açan askeri faciaların örtbas edilmesini araştırmak üzere bir heyet yetkilendirmeni istiyoruz. Bay başkan, büyük beyazları bir yana bırakalım, timsahlar pratik anlamda küçük kaplan köpekbalıklarının bulunduğu derinliklerde dahi yüzme kabiliyetinden yoksundur. Bu sular bir ulusun ekonomisinin kalbinin attığı yerdir. Bu operasyon, ordu içindeki yozlaşmanın senin gözlerinin önünde gerçekleşen parlak bir hamlesidir. ”Timsah Gülümsemesi Operasyonu”, yönetiminin kaynaklarını tüketen ordu ihalelerinin, siyasi menfaatçiliğin ve hamiciliğin önünü açmaktan başka bir şey değildir. Eğer bu operasyonun bir başka amacı var ise, o da 800’den fazla Şiiyi öldüren, senin savaş düşkünü ordu kuvvetleri komutanının egosunu tatmin etmektir. Bu arada sözü gelmişken belirtelim, Nijer Deltası bölgesinde, bizim çocuklarımız, timsahların ve diğer su canlılarının cirit attığı 2-3 kulaç derinlikteki derelerde yıkanır ve yüzerler.
Brig Gen Mudoch Agbinibo
NDA Sözcüsü
Notlar
- Çift yaşamlı, hem karada hem suda yaşayan-bulunan canlı. Amfibi kelimesi aynı zamanda hem karada hem suda hareket edebilen belli başlı askeri araçlar için askeri bir terim olarak da kullanılmaktadır.
– Fransa: Grev Yeniden, Militan Gençlik Hareketi En Önde (16.09.2016 / isyandan.org)
Her ne kadar iş güvencesizliğinin önünü açan, iş verenlere fazla mesai için pazarlık imkanı tanıyan ve kuralsız, güvencesiz, esnek çalışmayı tesis eden iş reformu hükümetin dayatmasıyla bu yaz parlamentodan geçmiş olsa da, CGT, FO, FSU, Solidaires, UNEF, UNL ve FIDL sendikaları ve muhalif örgütler direnmekte kararlı.
Dünyanın dört bir tarafında yükselen neoliberalizme karşı isyan dalgası tohumlarını serpti. Arjantin’de sağcı Macri’nin iktidara gelmesi ve Latin Amerika’daki merkez sol hükümetlerin neoliberalizme kayması üzerine Petras şöyle yazmıştı:
Mevcut seçim sonuçları ne olursa olsun, “serbest piyasa” politikalarından kaynaklanan yoksulluğun ortak anıları, nüfusun çoğunluğunun hafızasına kazılı durumda. Yeni seçilen yetkililerin kazanımları tersine çevirme yönündeki herhangi bir girişimi açık sınıf savaşı olmasa bile militan direnişle, kurumsal ve siyasi zorlukla, ihracat gelirlerini sınırlayan düşük eşya fiyatlarıyla karşılaşacaktır.
Neoliberal sağın ileri sürdüğü politikaların, bunların uygulanışının ve etkilerinin dikkatli bir analizi, muhtemel başarısızlıklarını ve sağ kanat atağın çabuk çürümesini ortaya koyacaktır. Bu, neoliberal döngüyü durduracaktır.
Ana akım medya ve yetkililer Fransa’da Mart ayından beri süren direnişe katılımın giderek düştüğünü iddia ediyor. Ancak özellikle Fransa’daki lise öğrencilerinin okullarının önüne, sokaklara barikatlar kurarak örgütlenmeleri hafızalarda hala çok taze. Dahası direnmek saldırı, baskı, egemen gücün ezici politikalarının yükseldiği durumlarda cevaptır. Buna karşın direnişin tek sonucu, kazanımı anlık saldırının geri püskürtülmesi veya o duruma dair belanın defedilmesi değildir. Direnmek ezilenlerin artık eskisi gibi yönetilmeye devam etmek istemedikleri devrimci durumun daha geniş cepheye taşınarak ‘sürekli’ bir karşı saldırı hattına çekilmesi için bir araç, deneyim biriktirme fırsatı, örgütlenme imkanıdır aynı zamanda. İşte bu nedenle sömürüye, mülksüzleştirmeye karşı ayağa kalkan yerli hareketlerini, devlet baskısına boyun eğmeyen Honduraslı, Şilili öğrencileri, Üçüncü İntifada’yı yükselten Filistin gençliğini ve sokakları terk etmeyen Fransız militan lise öğrencilerini dikkatle takip etmek gerek. Nasıl ki egemenler, ulusötesi şirketler, devletler öğreniyorsa şimdi sürmekte olan ve gelecekte çok daha çetin geçecek sınıf savaşı adına bizim için de öğrenme zamanı.
15 Eylül Perşembe günü CGT sendikasının verdiği bilgiye göre 170 bin civasında gösterici Fransa’da sokaklara çıktı ve geçen iş reformu yasasını ‘kabul etmek’ istemediklerini yeniden beyan etti. Paris sokaklarındaki polis sayısı inanılmaz boyuttaydı. Paris’in yanı sıra Lyon, Marsilya, Toulouse, Rennes, Grenoble, Montpellier ve Nantes’te de gösteriler vardı. Havaalanı çalışanlarının da greve katılması nedeniyle Paris’teki uçuşların %15’i iptal edildi. EasyJet ve Ryanair 140 uçuşunu iptal ettiğini duyurdu.
Paris’te polisin coplu ve gazlı saldırılarına gençler taşlar ve havai fişeklerle cevap verdi. İçişleri Bakanlığının verdiği bilgiye göre ülke çapındaki gösterilerde 62 eylemci tutuklandı, 15 jandarma ve polis yaralandı, bunlardan ikisi ise hastaneye kaldırıldı.
Force Ouvriere (FO) sendikası başkanı Jean-Claude Mailly ile CGT sendikası başkanı Philippe Martinez, başkanlık seçimlerine sadece 7 ay kala bu yasanın hükümetin ayağına dolaşacağını, yasanın uygulamaya geçirildiği her alanda yasal itirazlarla zorluk çıkarmaya hazırlandıklarını ifade ettiler. Sendikalar yeni çıkan yasaya karşı yasal mücadele ilan ederken gençlik hareketi sokakları terk etmemeye kararlı gözüküyor.
Yeni çıkan yasa işverenlere fazla mesai ücretini %25’ten %10’a çekme imkanı tanırken ülkedeki genç işsizlik oranını düşürmek bahanesi ile aslında genç iş gücünü ucuzlaştırmayı ve esnekleştirmeyi hedefliyor. İşte bu nedenle yasaya karşı en militan cevap gençlik hareketinden yükseliyor.
– Çin: Wukan Köyünün Direnişi 5 Yıl Öncesine Dayanıyor (15.09.2016 / isyandan.org)
13 Eylül sabaha karşı 03.00’te polis Wukan köyünü bastı ve kapı kapı ilerleyerek sürmekte olan direnişin liderlerini toplamaya başladı. Sokaklarda halkla polis arasında çıkan çatışmaya dair görüntüler haber ajanslarına ulaştı.
Bu nadide köy üzerindeki yoğun baskının ve direnişin 5 yıl öncesine uzanan bir tarihçesi var:
Wukan halkı 2011 Eylül ayında topraklarının yozlaşmış yerel yönetim tarafından emlak şirketlerine peşkeş çekilmesine ve mülksüzleştirme politikasına karşı ayağa kalktı. Topraklarının satımından alınan ve yetkililer tarafından gasp edilen paranın araştırılmasını ve topraklarının iade edilmesini isteyen köylüler kararlı bir direniş başlattılar.
1990’lardan beri köylülerin topraklarına el konulması ve göçe zorlanmaları, 2000’li yılların ortalarında halk tarafından başlatılan imza kampanyaları gibi yöntemlerle engellenmeye çalışıldı. Ancak 2011 yılının sonunda 1 milyar yuan değerindeki toprakların köylülere danışılmaksızın bir emlak şirketine satılması ve köylülerin zararının telafi edilmesi adına en ufak bir adımın dahi atılmaması üzerine 20 bin kişi ayaklandı.
2011 Aralık ayında yetkililerle görüşmek için seçilen beş çiftçi temsilcisi tutuklandı, biri ise gözaltındayken hayatını kaybetti. Gözaltında gelen bu şüpheli ölüme halk 10 bin kişinin katıldığı kitlesel bir yürüyüş ile cevap verdi ve diğer dört temsilcinin serbest bırakılmasını talep etti. Köylüler polis saldırısına karşı köyün girişine barikatlar kurdular. Abluka altındaki köye diğer köylerden gizlice gıda yardımı yapıldı.
Direnişi abluka ile kıramayan Eyalet Hükümeti köye barikatları kaldırmaları karşılığında kendi köy konseylerini seçme hakkı sözü verdi. Halkın anlaşmaya yanaşması üzerine tutuklular da serbest bırakıldı.
5 yıl sonra…
Wukan halkı bu senenin Haziran ayından beri kendi seçtikleri Komünist Parti Sekreteri Lin Zuluan’un görevden alınması nedeniyle isyanda. Zuluan geçen hafta ‘yolsuzluk’ suçlaması ile 3 senelik hapis cezası aldı. Ancak onu seçen Wukan halkı asıl amacın, onun köyün çalınan parasının ve gasp edilen topraklarının iadesi için örgütlenen kampanyadan uzaklaştırılması olduğunu söylüyor.
Dört senedir süren toprak mücadelesinin sonuçsuz kalması üzerine Lin Zuluan üç ay önce kendisini seçen halkı tekrar sokaklara çıkmaya çağırmıştı. Bu çağrısı karşılığında da tutuklandı.
Haziran ayından beri Zuluan’ın serbest bırakılması ve toprak yolsuzluklarının araştırılması talebi ile sürdürülen protestolara öğrenciler, yaşlılar, esnaf, balıkçılar, çiftçiler dahil toplumun hemen her kesimi katılıyordu.
Eyalet hükümetinin protestoların derhal sonlandırılması tehdidinin ardından 13 Eylül’deki baskın geldi. Polis köyün giriş çıkışlarını kapattı ve kapı kapı dolaşarak protestocuları toplamaya başladı. Shanwei’dan bir devlet yetkilisi Çin devlet gazetesi Global Times’a verdiği demeçte Wukan halkına toprakların bir kısmının çoktan iade edildiğini belirterek köylülerin taleplerinin haksız oluğunu savundu.
– Brezilya: Okul Yemekleri Yolsuzluğunu Protesto Eden Öğrenciler Parlamento Önünde Kamp Kurdu (15.09.2016 / isyandan.org)
Dilma Rousseff’in devrilmesi ile sonuçlanan senato darbesi nedeniyle gündemde yeterince ön plana çıkmayan okul yemekleri yolsuzluğu aslında Brezilya’daki militan öğrenci hareketini çoktan ayağa kaldırmış durumda.
Hatırlanacağı üzere PSDB’li[1]Sao Paulo Valisi Geraldo Alckmin tarafından dayatılan eğitim reformu planına karşı çıkan öğrenci hareketi 200 okulu işgal etmiş ve eylemleriyle geçen sene yerel hükümete geri adım attırmayı başarmıştı.
* 3 Mayıs’ta öğrenciler Sao Paulo Parlamentosunu işgal ettiler.
Öğrenciler bu senenin Mart ayından beri, Vali Alckmin’e yakınlığı ile bilinen Sao Paulo Parlamento Başkanı Fernando Capez ile eski Eğitim Müdürlüğü Özel Sekreterinin adının karıştığı okul yemekleri yolsuzluğunu protesto için eylemler düzenliyorlar. 28 Nisan’dan bu yana bir grup ortaokul öğrencisi okullarını işgale başladı. 3 Mayıs’ı 4 Mayıs’a bağlayan gece ise onlarca öğrenci Sao Paulo Parlamentosu oturumunu bölerek meclisi işgal etti, ancak sonra polis tarafından zorla dışarı çıkartıldılar.
Öğrencilerin Parlamento binası önünde kurduğu kamp alanı ve oturumun yapılacağı salon önündeki protesto, 13-14 Eylül 2016, Sao Paulo, Brezilya
Dün yani 14 Eylül Çarşamba günü yolsuzlukla ile ilgili meclis soruşturmasının görüşülmesi ve Fernando Capez’in ifade vermesi bekleniyordu. Okul yemekleri için fazla fiyat biçilmesi ve bütçeden alınan fazla paranın yetkililerce gasp edilmesi, yolsuzluğa ‘okul yemeği mafyası’ (mafia da merenda) denmesine yol açmıştı. Yemeklerinden çalınan paralar için hesap sormaya gelen öğrenciler parlamento sorgusunun başlayacağı 14 Eylül’den bir gün önce meclis önünde kamp kurdular. Sabah olduğunda ise oturumun herkese açık yapılması talebi ile salonun girişini kapattılar ve ‘Biz giremiyorsak kimse giremez’ diye bağırdılar. Öğrencileri dağıtmak isteyen askeri polis biber gazı kullandı ve protestocu öğrencileri sürükleyerek çıkardı. İki saat gecikme ile başlayan oturuma ancak küçük bir öğrenci grubunun ve muhalif halk cephesinden bazı temsilcilerin katılmasına izin verildi.
Notlar
- Party of Brazilian Social Democracy – Merkez sağ, neoliberal Brezilya Sosyal Demokrasi Partisi: Luiz Inácio Lula da Silva ve Dilma Rousseff yönetimleri döneminde ana muhalefet konumundaydı. PSDB, darbe hükümetinin başındaki Temer’in partisi PMDB (Brezilya Demokratik Hareket Partisi)’nin kurduğu muhafazakar koalisyon hükümeti içerisinde yer alıyor.
– Kolombiya: ELN 72 Saatlik Silahlı Grev İlan Etti (14.09.2016 / isyandan.org)
Ulusal Kurtuluş Ordusu Hükümetin saldırı politikalarına askeri eylemleri, halk direnişiyle birleştirerek karşılık veriyor. Kolombiya mücadele tarihinde önemli bir deneyim olan silahlı halk grevi taktiği ELN tarafından yeniden uygulanıyor.
ELN “FARC ile süren barış görüşmeleri ve anlaşmaya atıfta bulunarak kendilerinin barış istemediğine dair medya spekülasyonlarının üzerilerinde herhangi bir baskı oluşturmadığını, çünkü sosyal adalet olmadan barış isteyenlerin bu yaygarayı kopardıklarını, toplumsal adalet olmadan barış olmasının mümkün olmadığını, ülkenin her yerinde toplumsal mücadele yürüten taban örgütleri militanlarının öldürüldüğü ve tutuklandığı gerçeğini herkesin gördüğünü” ifade etti.
Pazartesi başlayan grev Çarşamba günü sona erecek. Arauca, Vichada, Norte de Santander ve Casanare illerinde hiç kimsenin dükkânlarını açmasına, mal ve hizmet sunmasına izin verilmeyecek.
ELN, Kuzeydoğu’da grevin biteceği Çarşamba günü Güneybatı Kolombiya’da silahlı grevi uygulamaya sokup silahlı grevin alanını genişletecek.
Kamu Taşımacılığı şirketleri ELN yeniden izin verene kadar faaliyetlerini durduklarını kamuoyuna açıkladılar.
Silahlı grev taktiğinin ilk aşamasında hayat durduruluyor, ikinci aşamasında ise geniş bir askeri saldırı dalgası başlatılıyor. Saldırı esnasında polis, asker ve altyapı hedef alınmaktadır. Son silahlı grev sonucu bir polis öldü, onlarcası yaralandı.
Mart ayında taahhütlerini yerine getirmek yerine ELN’nin egemen sınıf üyeleri ve devlet görevlilerini tutsak almayı bırakması gerektiği savı ile resmi görüşmelere başlamayan Santos Hükümeti, FARC ile barış görüşmelerini sürdürürken ELN ile savaş pozisyonu aldı.
Kolombiyadaki “Şiddet Dönemi” sonunda kırsal alanda ortaya çıkan özsavunma örgütleri 1960’ların başlarında FARC-EP ve ELN’ye dönüştü.
ELN yaklaşık 2.500 gerilla gücü ile Kolombiya’nın Doğu, Batı ve Güneybatı’sında etkinliğini sürdürmektedir.
–Yunanistan: Korydallos Hapishanesi D Bloğundaki Anarşist Tutsaklardan ABD Hapishane Grevi İle Dayanışma Mesajı (14.09.2016 / isyandan.org)
9 Eylül 1971, hapishanelere karşı mücadele tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Attica isyanı, bugüne değin batı dünyasında çeşitli şekillerde kendini var eden hukuk ve düzen dogmasının emri altındaki polislerin katliamı ile sonuçlanmamış olsaydı da yine büyük bir iz bırakırdı. O zaman tutsakların büyük bir bölümü duvarların dışında yükselen özgürlükçü hareketlerden (siyah hareket, savaş karşıtı hareket, feminist hareket) etkilenmişti. Mahkumlar bu hareketlerden esinlenerek hapishaneleri bir kurum ve bir mekan olarak statükoyu yıkma mücadelesinin merkezi haline getirdiler.
Devlet dayattığı ölümcül sessizliği tehdit edenlerden veya faydalanamadıklardan kurtulmak amacıyla hapishaneleri kullanır. Kapitalizm geliştikçe ve kendi yıkıcı rotası üzerinde sınırlarını zorladıkça, insanları, doğal kaynakları ve tüm ekosistemleri yutmaya başlar. Kar sağlama ihtiyacını en yüksek düzeyde tutarak milyonlarca insanı köleleştirir.
9 Eylül’de başlayan Amerikan Hapishane grevinin açık bir sloganı var: “Artık köle olmayı reddediyoruz.”
Özel, federal veya devlet hapishanelerindeki zorunlu işçilik, yaklaşık 2,5 milyon tutsağı çok uluslu şirketlerin kölesi haline getiriyor.
Tutsakların açıklamalarında okuduğumuz üzere: “Bu Amerika’da köleliği sona erdirme çağrısıdır. Bu çağrı doğrudan kölelerin kendisinedir.”
Biz kapitalizmle savaşmanın ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Hele ki bu mücadele kapitalizmin en güçlü olduğu yer olan ABD’de veriliyor ise. Aynı zamanda onu kardan mahrum etmenin ona verilebilecek en büyük zarar olduğunu da biliyoruz.
Bu nedenle bu grev büyük önem taşıyor.
Bu nedenle biz dayanışmamızı ve selamlarımızı ABD’deki isyancı tutsaklara gönderiyoruz.
ABD Hapishanelerinde Savaşan Tutsaklara Zafer!
Devleti Ve Kapitalizmi Yıkmak İçin Sosyal Devrim
Korydallos Hapishanesi D Kanadındaki Anarşistler
– 4.09.2016 / isyandan.org
Sudan Kurtuluş Hareketi; Rejimi Ortadan Kaldırana ve Tarihin Çöplüğüne Atana Dek Mücadele Sözü Verdi
Adel-Vahit al-Nur liderliğindeki isyancı Sudan Kurtuluş Hareketi (SLM-AW), Sudan halkının rüyasını gerçekleştirmek için rejimin “kökünü kazıma” çalışmalarını sürdürme sözü verdi.
SLM-AW, Darfur’daki Afrika Birliği aracılığı ile yapılan barış görüşmelerinde yer almıyor. İsyancı grup, hükümet milislerinin, yerinden edilen, silahsız sivil halkın topraklarına geri dönüşünü sağlamayı teminat altına almadıktan sonra Hartum hükümeti ile barış anlaşması müzakeresi yürütmeyi reddediyor.
Adel-Vahit al-Nur, bayram vesilesiyle Pazartesi günü yaptığı açıklamada “Devrimci ilkeler ve değerler” ışığında “Rejimi ortadan kaldırana ve tarihin çöplüğüne atana dek” mücadele sözü verdi.
Al-Nur, “suçlu” liderleri uluslararası adalete teslim edeceklerini söylerken, kolektif ve bireysel özgürlükleri tanıyan eşit vatandaşlık temelinde bir devlet kurma sözü verdi.
Al-Nur, siyasi ve silahlı muhalefetin yanı sıra tüm güçleri değişim için birleşmeye, rejimin kökünü kazımak ve “herkesin hayalini kurduğunu Sudan’ı” tesis etmek için ortak çalışmaya çağırdı.
Al-Nur ayrıca, “Biz müzakere sözü almayı denedik, rejim ve yerleşimciler arasında diyalog kurmaya çalıştık ne var ki [bizim] bütün bu girişimlerimiz başarısız oldu çünkü rejim bunlara [anlaşmalara] uymadı,” dedi.
Al-Nur, tüm Sudanlıların bayramını kutlarken SLM-AW’nin askeri ve siyasi arenada şehitler için verdiği sözleri tutacağını söyledi.
– Şili: ‘Öteki’ 11 Eylül (12.09.2016 / isyandan.org)
1969 yılında gerçekleşen Küba devriminin etkilerinin Latin Amerika’ya yayılmasından endişe duyan ABD, kıtanın güneyini Manichean Soğuk Savaş politikasının sınır tanımayan vahşetine mahkum etti.
Bill Clinton döneminde açığa çıkan belgeler Latin Amerika’yı dehşete boğan kanlı askeri darbelerdeki CIA bağlantılarını ifşa etmişti. Bu belgelerle Şili’nin sosyalist başkanı Salvador Allende’nin devrilmesinde ABD başkanı Richard Nixon ile Henry Kissinger’ın parmağı olduğu da açığa çıkmıştı.
‘Kızıl Tehlike’ propagandası ile yayılan ABD emperyalizmi, Latin Amerika ülkelerindeki askeri cuntalarla iş birliği yaptı ve 70’lerde yükselmekte olan Latin Amerika solunu bastırmak için Arjantin, Bolivya, Brezilya, Uruguay, Paraguay ve Şili’de gerçekleştirilen darbelere destek verdi. 70’li yıllarda Latin Amerika’da CIA ve askeri diktatörlüklerle birlikte yürütülen bu planın adı Condor Planı’ydı.
1970 yılında başkan olan Salvador Allende ülkedeki doğal kaynakların, bakır madenlerinin kamulaştırılmasında, sağlık ve eğitim sisteminin iyileştirilmesinde rol oynadı. Allende’nin ABD’nin yayılmacı, emperyalist politikalarına ve çıkarlarına uymayan sosyal reformları hedef alınmaya başlandı. 29 Haziran 1973’te hükümeti devirmek için ilk saldırı geldi, ancak geri püskürtüldü. Ne var ki 11 Eylül’de ABD destekli, Augusto Pinochet önderliğindeki ordu asıl darbeyi vurdu. Ordu başkentin kontrolünü ele geçirdi ve başkanlık sarayını bombaladı. Başkanlık sarayını terk etmeyen Allende’nin ölmeden önce radyoda yaptığı son konuşma ise şöyleydi:
Teslim olmayacağım. Bu tarihi dönemeçte, halkıma olan sadakat borcumu hayatımla ödeyeceğim. Ve halkıma binlerce Şililinin vicdanlarına serptiğimiz tohumların sökülemeyeceğine olan kesin inancımı haykıracağım. Siz güçlüsünüz, bizi yok edebilirsiniz ama devrim ne zorla ne de katliamla bastırılabilir. Tarih bizim ve tarihi halk yazacak.
Şili’deki darbe ile birlikte ABD destekli cunta dalgası tüm Latin Amerika’yı sardı ve Küba devriminin etkilerini kıtanın güneyinden silmek için kirli bir savaş başladı. 1990’a kadar ülkeyi 17 yıl boyunca demir yumrukla yöneten Pinochet döneminde 80 bin insan hapse atıldı, 30 bin insan işkence gördü, yaklaşık 3.200 insan öldürüldü, 1000’den fazla insan ise kaybedildi.
Askeri rejimin ardından son 25 yıldır halk hala cunta döneminde hayata geçirilen gerici programların, yasaların değiştirilmesi için mücadele veriyor. 1981 yılında getirilen paralı eğitim nedeniyle Şili dünyada üniversite eğitiminin en pahalı olduğu ülkelerden biri ve öğrenci hareketi 2015’te verdiği sözlere rağmen parasız eğitim planına hız vermeyen hükümete karşı protestolarını sürdürüyor. İşkenceci binlerce ordu mensubundan ise sadece 75’i insanlığa karşı işledikleri suçlardan dolayı hapis cezasına çarptırıldı.
– Nikaragua’nın Karayip Kıyısının Yeniden Sömürgeleştirilmesi (12.09.2016 / isyandan.org)
Daniel Ortega hükümeti; çiftçiler, sığır yetiştiricileri ve madencilik aktivitelerinin Nikaragua’nın Miskitu halkının hayatını tehlikeye attığını görmezden gelmekte.
Miskitular, Honduras’ın Kara Nehir bölgesinden Nikaragua’nın Bluefields şehrine dek uzanan Muskitia yağmur ormanlarında yaşamakta olan 180.000 nüfuslu yerli bir halktır. Miskitular, 1980’lerde Sandinista (FSLN) devrimine karşı ABD destekli karşı devrimci güçlerin içinde yer almış olsalar da FSLN, Miskitu halkının taleplerini karşılamak üzere 1987 yılında bir yasa geçirmiştir. 28. Yasa olarak da bilinen ”özyönetim yasası” uyarınca, Miskitular dışında Sumu-Mayangna, Rama, Afrika kökenli Kriol ve Afrika yerlisi Garifuna gruplarının da yaşadığı ülkenin Karayip hattı iki otonom bölgeye ayrılmaktaydı. Dahası, 28. Yasa ile birlikte yerli ve Afrika kökenli halkların kültürlerini ve dillerini koruma haklarının yanı sıra topraklarının ve doğal kaynaklarının yönetim hakları da güvence altına alınmaktaydı. Bunun yanında, bölge halklarının toprakları yabancılaştırılamazdı, yani bu topraklar satılamaz, hibe ya da icar edilemez veyahut vergilendirilemezdi. 28. Yasa, Orta Amerika’daki yerli-devlet ilişkileri bağlamında zamanının en özgün ve ilerici adımıydı.
- Yasa’nın ardından, Nikaragua’nın Karayip hattında yaşayan yerli halkların özyönetim taleplerini lafta destekleyen bir dizi ulusal ve uluslararası yasa ve deklarasyon yapılmıştır. Örneğin, 2003’te hayata geçirilen komünal mülkiyet yasası (445. Yasa) uyarınca, toprak bölüşümü yerli halkların kendi seçtiği yetkililer aracılığıyla gerçekleştiriliyordu. Dahası bu yasa, Nikaragua Devleti’ne, yabancı yerleşimcileri ve maden işletmelerini yerli ve Afrika kökenli halkların topraklarından zorla çıkarabilme yetkisini vermekteydi (”saneamiento”, yani ”arındırma” yetkisi).
Son yıllarda Miskitulara yasal alanda sağlanan görünürde onca güvenceye rağmen gerçekte yerli halkların yaşadığı bölgeler barışçıl olmaktan çok uzaktır. Karayip bölgesindeki halklar şiddet ve toprak gaspına karşı yeniden bir varoluş mücadelesi içerisindedir. Mevcut hükümet saneamientoyu resmen benimsemiş olsa da fiilen bir şey gerçekleştirmemiş ya da taleplere herhangi bir cevap vermemiştir. 2013’ten bu yana mestizo işgalcileri 30 Miskituyu öldürmüş 38’ini yaralamış, 18’ini de kaçırmış ve hiçbir ceza almamıştır. Sömürgecilerin Wangki Twi-Tasba Raya, Li Aubra ve Lilamni Tasbaya Kum bölgelerinde yaşayan Miskitu topluluklarına yönelik saldırıları hız kesmeden devam etmektedir.
Tüm bu saldırıların sonucu, yaklaşık 3.000 kadar Miskitu; Suji benzeri sınır yerleşimlerine ve Waspam, Puerto Cabezas-Bilwi’ye kaçmak zorunda kalmıştır. Bu mültecilerin en temel sağlık malzemelerine dahi erişimleri yoktur. Çocukların çoğu sekiz aydan uzun bir zamandır okula gidememiştir. Yerleşimcilerin günümüzde Karayip’te yaşayan halkların topraklarının neredeyse yarısına yasal olmayan bir şekilde el koyduğu tahmin edilmektedir.
Peki, daha çok geçmişte sayılmayacak bir zamanda yerli halklar meselesinde en ileri sayılabilecek Nikaragua nasıl oldu da bu hale gelebildi?
Nikaragua’nın iç ve Pasifik kesimlerinden gelen Mestizo sömürgeciler, sığır yetiştiricisi toprak sahibi sınıfın ve Nikaragua Devleti’nin örtülü teşvikleriyle 1990’lı yılların başından başlayarak Nikaragua’nın Karayip kıyılarını işgal etmişlerdir.
Daniel Ortega ve FSLN’nin yeniden iktidara gelmesinden bir yıl kadar sonra, 2008’de yerleşimcilerin Muskitia yağmur ormanlarındaki toprak gaspları gözle görünür bir şekilde artmıştır. Bu göçün temel nedenleri arasında Pasifik kıyısındaki kuraklık ve kırsal iç kesimde iyiden iyiye artan maden işletmeleri yatmaktadır. Genellikle mısır, yuka, pirinç ve fasülye yetiştiren fakat kuruyan topraklardan yeterli mahsül alamayan ve geçinmekte zorlanan Nikaragua çiftçileri daha verimli Karayip topraklarına yönelmiştir. Tüm bunların yanında, tarım sanayindeki genel düşüş (1970’lerde gayrisafi yurtiçi hasılanın %40’ını tutan tarım sanayinin 2014’te %17,5’e dek gerilemiş olması) her geçen gün çiftçilerin koşullarını daha da kötüleştirmiştir.
Tarımdaki bu düşüşe rağmen büyük toprak sahibi sığır yetiştiricileri mülklerini daha da arttırmıştır. Sığır yetiştiricileri ele geçirdikleri toprakları kendi adlarına yönetmeleri için yerleşimcilere para ödemişlerdir. Bu toprak sahibi sınıf, yerleşimcileri silahlandırdığı gibi bazen gasp ettiği toprakların büyük bir bölümünü büyük tarım şirketlerine ve hatta uyuşturucu tüccarlarına satmıştır. Toprak sahibi sınıfın bu açgözlülüğü, Nikaragua’nın kırsal kesimlerinde büyük askeri üslerin birikmesini hızlandırdığı gibi silahlanan yerleşimciler de toprak sahiplerinin paramiliter güçleri haline gelmiştir. (Muskitia yağmur ormanlarının Honduras kesiminde de benzer bir şekilde ormanlar talan edilmekte ve toprak sahiplerinin çıkarları ve uyuşturucu ticareti için peşkeş çekilmektedir.)
Sömürgecilerin maden işletmeleri ve diğer mega projeler için gerçekleştirdikleri toprak gasplarını meşru kılmak adına hazırlanan türlü düzmece yöntem Nikaragua Devleti tarafından örtülü bir şekilde desteklenmiştir. FSLN hükümeti, Kolombiya şirketi olan HEMCO Madencilik, MARENA adlı devlet kurumunun koruması altında işletilen ALBA Ormancılık ve benzeri şirketlere çeşitli imtiyazlar tanımıştır. 2009’da faaliyete geçen ve başkan Daniel Ortega ile FSLN kontrolündeki Nikaragua-Venezuela ortaklığı kapsamında örtülü faaliyet yürüten ALBA Ormancılık, Orta Amerika’nın ”akciğerleri” olarak bilinen Mayangna Bosawas Biyosfer Rezervi’ndeki ormanların süratle yok edilmesinden büyük ölçüde sorumludur.
Topraksızlaştırmanın yanı sıra, Miskitu kıyısı otonom bölgelerindeki yozlaşmış yetkililer de kişisel çıkarları için, 445. Yasa’yı (komünal mülkiyet yasası) yok sayarak yerli topraklarını yasa dışı yollardan satmışlardır. Birçok yerleşimci farkında olmaksızın, bu yozlaşmış yetkililerin izniyle Las Minas bölgesi’nde tapu almış ve bu tapuları onaylatabilmek için avukat ve noterlerin düzenledikleri sahte belgeleri kullanmışlardır. Günümüzde bu yerleşimciler, Miskitu Wangki Twi-Tasba Raya ve the Mayangna Amasau bölgelerine ellerindeki sahte belgelerin gücüyle girmektedirler.
Yerlilerin topraklarının bu şekilde gasp edilmesi, bir dizi ulusal ve uluslararası yasanın ihlali anlamına gelse de Nikaragua Hükümeti krize yönelik bir adım atmamakta ve hayatları tehlike altında olan Miskitu topluluklarına herhangi bir koruma sağlamamaktadır. Tüm bunların bir sonucu olarak, Miskitu halkı hükümetin işgalcilerle suç ortaklığı içerisinde olmasından şüphe duymaktadır.
1980’lerde karşı-devrimci güçlerin askeri liderlerinden biri olan ve Nikaragua Miskitu halkının 30 yıldır ”yüksek lideri” olan Brooklyn Rivera, 2016 Birleşmiş Milletler’in Yerli sorunları üzerine gerçekleştirdiği Mayıs Forumu’nda şu sözleri sarf edebilmiştir:
”Atalarımızın topraklarını işgal eden, silahlı saldırı, adam kaçırma, tecavüz suçlarını işleyen ve çoğu kadın, çocuk ve yaşlı olan birçok insanı mültecileştiren yerleşimciler aracılığıyla hükümet topluluklarımıza yönelik şiddeti tırmandırmaktadır. Tüm bunlar hükümetin ve kurumlarının pasifliğinden ve hatta suç ortaklığından kaynaklanmaktadır.”
Nikaragua Devleti ve ordusu ise bu sözlere karşılık olarak yerli halklar ve yerleşimci işgalciler arasında gerçekleşecek diyalogların ve birlikteliklerin sorunlara çözüm olacağını iddia etmiştir. Ortega, işgalci yerleşimin ve yasa dışı toprak ticaretinin arakasındaki itici gücün yozlaşmış otonom yetkilileri olduğunu söyleyerek bölge liderlerini kınamaktadır. Ortega belki de FSLN’nin seçimlerde Yatama yerli partisine karşı oy kazanabilmesi için yerleşimcilerden yana tavır alıyor olabilir. Tüm bunların yanında, Ortega, ALBA Ormancılığı, Muskitia’dan atmak ya da yeni topraklara yerleşmeleri için binlerce yerleşimciye para ödemekten kaçınmaktadır.
Peki ya 1980’lerde ABD’nin desteklediği anti-komünist seferin karşı karşıya getirdiği yerli halklarla Mestizo çoğunluğun arasındaki gerginlik günümüzde de devam ediyor mu?
Soğuk Savaş sona ermiş olsa da birçok Miskitu 1980’lerde süregelen gerginliklerin halen devam ettiğini söylüyor. Wangki Twi – Tasba Raya’da genç Miskitulardan oluşan gruplar ormanlarda devriye gezerek neredeyse tamamen terk edilmiş topluluklarını koruyorlar.
Francia Sirpi kasabasındaki iki adamın yazdığı bir şarkı, şimdi tüm yerel radyolarda çalınmakta ve geçmişte gerçekleşmiş çatışmalarla günümüzde olanlar arasındaki bağları anımsatmakta:
”Eski Miskitu savaşçıları/ Şimdi nerelerdesiniz? 1980’lerde/ çatışmalar çıkmıştı/ Büyük savaş patlak vermişti/ Sene 2015, Fransia Sirpi’de/ Çatışmalar tekrar başlıyor/ Ve daha büyük bir çatışma bunu takip edebilir. Fransia Sirpi’de genç, çocuk Miskitu savaşçıları vardı/Askeri düzende sürünürlerdi/ Bir anda/ Mestizo yerleşimciler ateş açmaya başladı… Miskitu savaşçıları/ Şimdi nerelerdesiniz?”
Geçmiş yalnızca çağdaş Miskitu kültüründe değil, aynı zamanda FSLN ve Miskitu önderliklerinde de yankılanmaktadır. Hem Brooklyn Rivera hem de Daniel Ortega, 1980’lerde kontra savaşında ve
FSLN devriminde gruplarının önderleriydi. 1987’de, Rivera Yatama’yı ( Toprak Ana’nın Oğulları) kurmuştu. Ortega ise 1985-1990 arasında Nikaragua’nın başkanıydı, 2007’de tekrar seçilmişti ve bu yılın Kasım ayında tekrar seçilmesi tahmin ediliyor.
Birçok Miskitu aktivisti, topraklarının işgal edilmesine hükümetin izin verdiğini ve yerleşimcileri yerli topraklarından atmak için ”auto-saneamiento” (öz-arındırma) gerçekleştireceklerini söylemekte. 30 Ağustos 2016’da kafaları kesilmiş iki Miskitunun cesedi bulunduğunda, 200 kadar silahlı Miskitu yerleşimcilere saldırı tehdidinde bulundu.
Aralık 2015’te geçen ”Egemenliğin Güvenliği” (Seguridad Soberana) yasası, Nikaragua ordusu ve polisine kimin ”devlet düşmanı” olup olmadığını belirleyebilme yetkisi veriyor. FSLN, böylelikle Çin destekli kanal projesine karşı protestoları ve Miskitu ”arındırma” güçlerini bastırma olanağına sahip olmayı hedeflemekte. Mevcut durum adeta patlamaya hazır bir bomba durumunda çünkü Miskituların Mestizo yerleşimcilere gerçekleştirecekleri herhangi bir saldırı Nikaragua ordusu ile Yerliler arasında çok daha büyük bir kıvılcıma neden olabilir.
Bu belirsizliğin yanında bir de Nikaragua hükümetinin Nikaragua Kanalı’nın yapımına başlama planları gerginliği körüklemekte. Kanalın Orta Amerika’nın en büyük tatlı su gölü olan Nikaragua Gölü’ne bağlanıyor oluşu, bölgedeki ekosisteme büyük ölçüde zarar vereceği gibi birçok yerli ve Afrika kökenli insanın da hayatlarını tehlike altına sokacak. Jennifer Goett’in dile getirdiği gibi, kanalın başlangıcı güney otonom bölgesindeki Rama yerlileri ve Afrika kökenli Kriol halkının topraklarından geçecek.
Puerto Cabezas-Bilwi ve Waspam bölgelerindeki Miskituların birçoğu, kanalın Muskitia yağmur ormanı ekosistemine ve kendi yaşamlarına kalıcı hasarlar vereceği korkusuyla kanal projesine karşı çıkmakta. Tüm bunların yanında, Calpi (Center for Legal Assistance for Indigenous Peoples – Yerli Halklar İçin Yasal Yardım Merkezi) ve benzeri insan hakları örgütleri Nikaragua Devleti’nin halkın onayını ve taleplerini karşılamaksızın bu projeye giriştiğini belirtmekte.
Her ne kadar kanalın yapımının tamamlanıp tamamlanmayacağı belirsizliğini korusa da genel kanı Nikaragua Devleti’nin kanal projesini, kanal hattının civarındaki çiftçilerin topraklarına el koyma aracı olarak kullanabileceği. Hükümetin çoğunluğu Mestizo çiftçileri olan 30 bin ile 120 bin kadar insanı kanal hattına yerleştirme planı var. Öte yandan Mestizo yerleşimcileri dolayısıyla yer değiştirmek zorunda kalanlar ise büyük ihtimalle Karayip kıyısına göçmek zorunda kalacak.
- Brezilya: Darbeye Karşı Direniş Sürüyor, Sao Paulo’da 50 Bin Kişi 22 Eylül’de Genel Grev Çağrısı Yaptı (13.09.2016 / isyandan.org)
Binlerce gösterici 11 Eylül Pazar günü Sao Paulo’daki Paulista Bulvarı’nı doldurarak darbe hükümetinin istifasını ve yeni seçimlerin derhal yapılmasını talep etti.
Eylemcilerden Guilherme Boulos darbeye karşı direniş ile ilgili şu şekilde konuştu:
Bu hükümet gayrimeşrudur ve biz derhal seçim talep ediyoruz. Şimdi direniş zamanı. Eğer darbe liderleri kendilerini iktidar ilan ederse bedeli ağır olacak.
Sağcı bakanlardan oluşan Temer darbe hükümeti daha önce halk tarafından defalarca sandıklarda geri çevrilen neoliberal programları hayata geçirmeye hazırlanıyor.Temer tarafından gündeme getirilen ve şu anda Kongre’de görüşülmekte olan yasa tasarısı devletin kamu harcamalarının 20 yıllığına dondurulmasını içeriyor.
Brezilya İşçi Federasyonu Başkanı Adilson Araujo, Temer hükümetinin taşeronlaşmayı ve iş güvensizliğini körükleyecek programları hayata geçirmeyi planladığını ifade ediyor.
Pazar günkü yürüyüş ülkedeki halk hareketlerinin düzenlediği bir çok eylemin sonuncusuydu. Tıpkı diğer gösterilerde olduğu gibi bu yürüyüşte de polis göstericilere göz dağı vermeye çalıştı. Yürüyüş sırasında polis şiddetine karşı slogan atan eylemcilere polis coplarla saldırdı.
Darbe hükümeti istifa edene kadar sokakları bırakmamakta kararlı olan halk hareketleri 22 Eylül’de de ülke çapında genel grev çağrısı yaptı.
– FARC: Barış mı, teslimiyet mi? (Bekir Sami Paydak)
Kolombiyalı halk örgütü FARC silahlı mücadeleyi bırakacağını açıkladı. Peki Kolombiya’ya barış gelecek mi?
Düşmanın savaştığı her şeyi desteklemeliyiz.
Düşmanın desteklediği her şeyle savaşmalıyız. / Mao
FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) 50 yıldan fazladır emperyalizm, oligarşi, uyuşturucu ve paramiliter çetelere karşı savaş yürüten bir halk örgütüydü. Geçtiğimiz hafta Küba’da Kolombiya hükümetinin bir temsilcisi ile ortak açıklama yapan örgüt silahları bırakıp, savaşçılarını dağdan indireceğini ilan etti.
90’lı yıllarda başta SSCB olmak üzere sosyalist ülkelerde yaşanan karşı devrimler ve kapitalist restorasyon süreçleri dünya solunda ciddi bir bunalıma yol açtı. Devrimci bir bakış açısıyla bu çözülmelerden ders çıkarmak yerine solda, ideolojik savrulmaların, uzlaşmacılığın, sosyalizme inançsızlığın gitgide güçlendiğini gördük. Bunun en çarpıcı örnekleri Latin Amerika’da “Barış Masalarında” teslim alınan gerilla hareketleri oldu.
Dün Nikaragua’da, El Salvador’da devrime inancını yitirip, iktidarı oligarşiye bırakan gerilla hareketlerinin çizgisini bugün FARC izliyor.
Başa dönelim: İç Savaş ve FARC’ın kökleri
FARC’ın ilk çekirdekleri Kolombiya’da 1948-58 yıllarında süren iç savaşta oluşmaya başlamıştır. Bu iç savaş 1948’de Liberal Popülist başkan adayı Jorge Elicer Gaitan’ın öldürülmesi ile başladı. La Violence (şiddet) olarak adlandırılan bu iç savaşın tarafları liberallerle muhafazakarlardı.
İç savaş döneminde, köylüler Kolombiya Komünist Partisi‘nin de etkisiyle büyük toprak sahiplerine karşı harekete geçerek, toprak işgallerine ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için protestolara başladı. Devletin desteğini alan büyük toprak sahipleri ise bu taleplere şiddetle karşılık verdi. Köylüler de silahlanarak kendi öz-savunmalarını ve devamında özyönetim bölgelerini oluşturmaya başladı.
Manuel_Marulanda
FARC’ın kurucu lideri Manuel Marulanda (1930-2008).
İç savaş, 1958 yılında liberaller ile muhafazakarların iki partili bir düzen üzerinde anlaşmasıyla sonuçlandı. Taraflar yönetimi beraber ele aldıkları ‘Ulusal Cephe’ denen koalisyonu kurdular. ‘Ulusal Cephe’ ilk iş olarak özyönetimleri tanımadığını ilan etmiş ve silahların bırakılması çağrısını yaptı. Köylüler ise silahlarını bırakmayı reddedip, özyönetimlerini korudu. Hatta bunu daha da geliştirerek, 1961’de Manuel Marulanda’nın liderliğinde kurulan Marqueta Cumhuriyeti başta olmak üzere, birçok yerel cumhuriyet kurdular.
Cumhuriyetlere saldırılar ve FARC’ın kuruluşu
Kolombiya hükümeti, 1960’larda ABD’li ekonomi danışmanlarının geliştirdiği projeler temelinde, endüstriyel tarımı geliştirmeyi hedefliyordu (siz onu “büyük toprak sahiplerini daha da zenginleştirip, küçük köylülüğü yok etme projesi” diye anlayın). Bu proje halkçı yerel yönetimleri kabul edilemez buluyordu. Ayrıca Küba devriminin etkisinden de korkan egemenler, cumhuriyetlere elbirliğiyle saldırmaya başladı. En ağır saldırı 1964 yılında Marqutelia Cumhuriyeti’ne yapıldı ve ABD’nin de desteklediği bir operasyonla, Kolombiya hükümeti 48 halk savaşçısına karşılık 16.000 askerle bir harekat düzenledi.
Marulanda ve 47 arkadaşı önce hükümet güçlerine direndi ve ardından da dağa çekilip FARC’ı kurdu. Kolombiya Komünist Partisi’nin silahlı kanadı olarak kurulan ve 48 savaşçıyla mücadelesine başlayan FARC, kısa süre içinde binlerce erkek ve kadının katılımıyla dünyanın en güçlü gerilla ordularından birine dönüşecektir.
Sınırlı İlerleme ve İlk Uzlaşı
Kuruluşundan kısa süre sonra binlerce savaşçıya ulaşan ve kırsal alanda özellikle ülkenin güneydoğusunda son derece güçlü hakimiyet alanları elde eden FARC, büyük şehirlere ilerlemeyi ancak 1982’de 7. Gerilla Kongresi‘nde gündemine alacaktır. Bu kongrede, savaşın orta ölçekli şehirlere taşınması ve ekonomik durumun iyileştirilmesi için doğal kaynaklar açısından zengin bölgelerin elde edilmesi kararlaştırılır.
1984 ise FARC’ın tarihi açısından bir dönüm noktasıdır. FARC bu yıl muhafazakar Devlet Başkanı Belisario Betancur’un müzakare talebini kabul edecektir. Oligarşi ile ilk kez ‘Barış Masası’na oturan örgüt, uzlaşıya açık hale gelen bir örgüte dönüşecektir böylece.
Yapılan görüşmeler sonucununda FARC silahlarını susturup, ateşkes ilan eder. 1985’de FARC ve diğer birçok sol örgütün ortaklaşmasıyla ‘yasal’ alanda mücadele edecek Yurtsever Cephe kurulur. Yurtsever Cephe, o yıl yapılan seçimlerde Kolombiya’da sol bir partinin tarihindeki en başarılı sonuçları elde eder. Saflarından 23 vekil, 6 senatör ve yüzlerce yerel konsey üyesi çıkarır. Ama bunun bedelini bir kaç yıl içinde aralarında vekiller, konsey üyeleri, belediye başkanları da dahil olmak üzere 6000’e yakın üyesinin sağcı ölüm mangaları tarafından katledilmesiyle öder. 1989-90 yıllarında 7 ay içerisinde de Yurtsever Cephe’nin 2 devlet başkan adayı katledilir. Bu katliamlar karşısında FARC silahları tekrar ele alır ve ülkenin Güneydoğusuna çekilir.
1990’lar: İnişler, çıkışlar ve diğer gerilla hareketlerinin tasfiyesi
1990’ların başında FARC yalnızlaştığı zor bir sürece girdi. Sosyalist blok çökmüş, Nikaragua’da Sandinist hareket iktidarı yitirmiş, ülke içinde ise şehir gerillası mücadelesi veren M-19 ve yine FARC gibi kırda etkili olan EPL başta olmak üzere, birçok gerilla örgütü “Barış Masasında” teslim alınmıştı (EPL içinde bir bölüm tasfiyeyi kabul etmeyip savaşa devam etmiştir).
Bu ‘fırsatı’ değerlendirmeye çalışan Kolombiya oligarşisi de bir yandan görüşmeler gerçekleştirirken, diğer yandan yaptığı askeri operasyonlarla amacının teslimiyeti dayatmak olduğunu gösteriyordu. Bunun sonucu olarak bu dönem diyalogların ve çatışmaların bir bitirilip bir başlandığı gel-gitli bir süreç olarak geçti.
1998’de ise çatışmalarda önemli bir dönüm noktası oldu. Yeni Devlet Başkanı, muhafazakar Andreas Pastrana FARC’ın kontrolü altındaki dağlık bölgelere bizzat gitti. FARC lideri Manuel Marulanda ile görüşen Pastrana, 1984’den sonraki ikinci ateşkes sürecini başlattı. Bu çerçevede FARC’ın zaten etkili olduğu, ülkenin Güneydoğusundaki Caqueta bölgesinde 16 bin km karelik askerden arındırılmış bir güvenli alan örgüte bırakıldı (İsviçre yüzölçümüne denk).
1998’den 2002’ye yine gel-gitlerle geçecek bu süreçte, FARC bölgede eğitimden, kültüre, hukuki ve idari yapıdan ekonomi ve toprak yönetimine kendine ait otonom bir yapı kurdu. Gerillalar bölgede özgürce gezip, halkın güvenliğini sağladı. Açık ki bugün imzalanan, silahların bırakıldığı, gerillanın tasfiye edildiği ‘barış’ anlaşmasına kıyasla, gerçek anlamda kazanımla sonuçlanan bir ateşkes-barış dönemidir bu.
Ancak ABD emperyalizmi Kolombiya gibi yeni-sömürge bir ülkede, Marksist-Leninist bir gerilla hareketinin bu denli güçlü bir etki alanı elde etmesinden rahatsızdır. Bölgede gelişen FARC kurumsallaşmasını dağıtmak ve örgütü tümden yok etmek için yeni bir karşı devrimci saldırıya başlar. Bu saldırı planının adı Kolombiya Planı’dır.
Bu plan çerçevesinde ilk iş olarak ABD, Kolombiya’ya askeri yardımı 1998’den 2000’e 2 yılda 20 kat arttırarak 50 milyon dolardan 1 milyar dolara çıkarır. Kolombiya böylece İsrail ve Mısır’dan sonra en çok ABD askeri yardımı alan üçüncü ülke olur. Kağıt üzerinde uyuşturucu çetelerine karşı Kolombiya ordusunu güçlendirmek için başlatılan bu plan, pratikte ateşkesin sona erdirilip, gerillaya karşı savaşa geçilmesini sağlar.
2000 yılı Kolombiya Planı bütçesinin yaklaşık yüzde 70’i daha önce FARC denetimine bırakılan güneydoğu bölgesinde operasyonlar yapan ‘uyuşturucu ile mücadele’ birliklerinin finansman, eğitim, lojistiğine ayrılır.(Latin Amerika: İsyan Hep Vardı, Kaldıraç Yayınevi, s. 604).
2000 yılında ana akım bir ABD’li haber kaynağı ise planla ilgili şöyle der; “Clinton yönetiminin 1.6 milyar dolarlık acil yardım paketi, uyuşturucuyla mücadele paketinden çok karşı ayaklanma paketine benziyor.” United Press International, 11 Nisan 2000 (Aktaran: Kaldıraç Yayınevi, Latin Amerika: İsyan Hep Vardı, s. 603)
Sonuç olarak ABD, ‘uyuşturucu ile mücadele’ bahanesiyle bir yandan FARC’ın kazanımlarına saldırıp, FARC’ın güçlenmesini engellerken, diğer yandan milyarlarca dolarlık askeri yardımlarla Latin Amerika’da kendisine muhalif ülkelere karşı tehdit olarak kullanacağı son derece güçlü bir ordu yaratır.
2000’ler: Uribe’nin imha savaşı
ABD’nin yönlendirmesiyle Pastrana döneminin sonunda başlayan savaş 2002’de başkan seçilen, “Kolombiya’nın Pinochet’si” olarak adlandırılan faşizan Uribe döneminde de devam etti. Bu dönemde bir çok gazeteci öldürülürken, Devlet Başkanı’nın geçmişinde Medellin karteli ve paramiliter çetelerle işbirliği yaptığı ayyuka çıktı.
Raúl Reyes (1948-2008)
Raúl Reyes (1948-2008)
Bu süreçte FARC daha ılımlı bir tutum içine girdi. Çeşitli defalar elindeki devlet görevlisi rehineleri serbest bırakarak görüşmeye açık olduğunun işaretini verdi. Ancak ABD’nin milyarlarca dolarlık askeri desteğini alan Uribe, FARC’ı tamamen imha etmek amaçlı saldırılarını yoğunlaştırdı. Öyle ki, uluslararası kuralları bile hiçe sayarak 1 Mart 2008’de Ekvator topraklarına yönelik bir saldırı düzenlemiş ve FARC’ın ikinci lideri konumundaki Raul Reyes dahil 17 gerilla ve 3 sivil katledilmiştir. Bu saldırıdan sonra bölge ülkeleri kısa süreli de olsa savaşın eşiğine gelmiştir.
2008’de FARC için iki sarsıcı olay daha yaşandı. FARC’ın 25 üyeli merkez komitesini yöneten ve örgütün en üst organı olan 7 kişilik merkez komite sekretaryasının en genç üyesi olan İvan Rios (46), 8 Mart’da kendi güvenlik şefi tarafından katledildi. Örgüt içi bir ihanetle gelen bu ölüm, FARC’ta şok etkisi yarattı. Raul Reyes’in katledilmesinin hemen ardından, aynı ay, 26 Mart’da örgütün 50 yıldan fazladır liderliğini yapan efsanevi önder Manuel Marulanda kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Ancak FARC tüm bu sıkıntılı sürece rağmen gerilla mücadelesini ve askeri eylemlerini devam ettirmeyi başardı.
2012: Yeniden başlayan görüşmeler
Uribe döneminin Savunma Bakanı olduğu dönemde söylemleri Uribe tarafından bile ‘aşırı’ bulunup görevinden ayrılan, ‘şahin’ lakaplı Juan Manuel Santos 2010’da Kolombiya Devlet Başkanı seçildi. Başkan Santos, seçilmesinden 2 yıl sonra 2012’de devletin FARC’la görüşmeleri başlattığını açıkladı.
Santos açıklamasında, “geçmiş hatalardan ders aldıklarını ve görüşmeler devam ederken de askeri operasyonların süreceğini” söylemişti. Öyle de oldu. Kolombiya’da son beş yılda bir yanda görüşmeler sürerken, diğer yanda hükümet gerillaları katletmeye devam ederek aslında amacının teslimiyeti dayatmak olduğunu gösterdi.
Sonuç olarak bir yandan dönem dönem FARC’in tek taraflı ateşkes ilanları, diğer yanda ise hükümetin operasyonları ile geçen bu süreç, geçen hafta Havana’da büyük ölçüde sonuçlandı. Yapılan anlaşmada FARC gerillaların dağdan ineceğini ve silahlı mücadeleyi bırakacaklarını ilan etti. FARC ağustosun sonundaki bu anlaşmayı Eylül’de resmi olarak onaylayacak ve 2 Ekim’deki referandumdan sonra anlaşma kesin olarak yürürlüğe girecek.
Silahların bırakılmasında Chavez (Venezuela) ve Küba’nin etkisi
FARC_Küba_Kolombiya_Baris
Solda Kolombiya Devlet Başkanı Santos. Ortada Küba Devlet Başkanı Raul Castro. Sağda FARC lideri Timoçenko.
Bu dönemde Chavez ve Küba’nin da rolüne özel olarak dikkat çekmek gerek. Chavez, 2008’de Raul Reyes’in de öldürüldüğü katliama sert bir tepki göstermişti. Ancak katliamın hemen ardından Uribe’nin FARC’a ‘teslim olun’ çağrısı yaptığı sırada, FARC’tan silah bırakmasını isteyen de aynı Chavez oldu.
Bu örnek Chavez’in genel tutumunu yansıtır aslında. Chavez bir taraftan emperyalizmin FARC’in terörist bir örgüt olduğu yönündeki karalamalarına karşı çıkıp FARC’ı savunsa da, diğer taraftan sürekli olarak yaptığı “gerilla savaşı tarih oldu”, “silahları bırakın” açıklamalarıyla FARC’in düzen içi bir çizgiye savrulmasının zeminini oluşturuyordu.
Fidel Castro her ne kadar 2008’de ki katliamdan sonra silahlı mücadeleye devam edin dese de, sonraki süreçte Küba da FARC’in devlet ile uzlaşmasında aracı ülkelerden biri oldu. Özellikle sosyalist blogun dağılışından sonra, FARC’ın uluslararası alanda aldığı destek çok aza inmişken, Küba ve Venezuela’nin da silahlı mücadele konusunda olumsuz tutum takınması, örgütün bugünkü duruma gelmesini önemli ölçüde etkiledi.
Silahları bırakmak ne getirir?
Latin Amerika’da silah bırakan diğer halk hareketleri neler yaşamıştı? 1960’dan 1996’ya kadar Guatemala’da silahlı mücadele verdikten sonra düzene dönen URNG’nin (Guatemala Devrimci Ulusal Birlik) parlamentodaki temsilcilerinden birisi şöyle diyor:
Birçok problem barışın imzasından önceki durumdan daha iyi bir durumda değil ve hatta birçok sosyal problem barış imzasının öncesinden daha beter bir durumda. Ayrıca barış imzasından önce de var olan bir çok ekonomik tekel, barış imzasından sonra daha da gelişkin olarak varlıklarını sürdürmekte. Halkın önemli bir bölümü de temel ihtiyaçlarını karşılayamamakta. Ayrıca barıştan önce bu kesimin taleplerini karşılama gücü de sonradan kaybolmuş durumda. (Metin Yeğin, Gerillanın Barışı, s. 28)
Açıkçası Guatemala halkının ve URNG’nin yaşadığı sürecin bir benzeri önümüzdeki dönemde FARC ve Kolombiya halkını da bekliyor. “Kolombiya’da bugün bile ekili arazilerin yarısı 37 büyük toprak sahibinin elinde bulunurken, nüfusun en zengin yüzde 1’lik kesimi servetin yüzde 45’ini kontrol ediyor.” (Jean Batou, “Kolombiya’da Gerilla”, Monthly Review, Türkçe, n. 20, Nisan 2009, sayfa 140-150)
Diğer yandan Kolombiya bugün artık ABD üsleriyle, aldığı milyarlarca dolarlık askeri yardımlarla emperyalizmin ileri karakolu, bölgenin İsrail’ine dönüşmüş durumda. Bir başka sorun olan uyuşturucu ve paramiliter çeteler de hala varlığını koruyor.
Böylesine koşullar altında olan bir ülkede silah bırakmak barış değil emperyalizm ve oligarşinin ılımlı tasfiyesini kabul edip, teslim olmaktır. Silâhsızlanma Guatemala’da olduğu gibi mevcut kazanımları yok edip, sömürünün daha da önünü açacak ve halkı savunmasız bırakacaktır.
Sonuç Yerine
FARC’in silahsızlanması, yalnızca bir örgütün dağılışı değil, Kolombiya yoksullarının emperyalist sömürüye ve oligarşiye karşı savunmasız kalması demektir. FARC, gerici saldırganlık karşısında halka inanıp devrimci irade göstermeyi değil uzlaşıyı, düzenin demokrasi gösterisine ortak olmayı seçmiştir. Ülkemiz sol basınının büyük bölümünün sınıfsal bakıştan azade bir çerçevede ‘barış’ olarak adlandırdığı ve sevindiği bu süreç bir halk hareketinin teslimiyetidir.
Kuşkusuz Kolombiya halkının on yıllardır devam eden eşitlik ve sömürgeciliğe direnişle başlayan özgürlük arayışı FARC’in kapsamının çok ötesinde. Ancak savaşçı sayısı on binleri bulan bir halk hareketinin tasfiyesi elbette ki halkın direnme gücünü ve inancını etkileyecek. Öte yandan, tarih hiç beklenmedik anlarda tahmin edilemeyen çıkışlarla doludur. Bunun en canlı örneklerine tanıklık ettiğimiz Latin Amerika’da belki de süreç Kolombiya’da bunun yeni bir örneğini çıkaracaktır.
Umarız Kolombiya halkı ve gerilla örgütlerinin hala temiz kalabilen dinamik kadroları akıllarını düzenin demokrasi gösterisine kaptırmadan ya da bunu en kısa sürede atlatarak yeni bir örgütsel varoluşun temellerini atabilirler. Buna yönelik itirazlar ve kimi işaretler FARC’ın gerillaları tarafından zaman zaman dillendiriliyor.
Sömürgeciliğe karşı mücadelenin büyük önderi Simon Bolivar’in topraklarında emperyalizme yeniden başkaldırının olduğu günlerin bir an önce gelmesi dileğiyle…